29 Aralık 2008 Pazartesi

Memleket Kokulu Yarim

Memleket Kokulu yarim diye bir şarkısı var Zülfü Livaneli’nin. Ben neredeyse bütün şarkılarını ezbere bilirim, çocukluğum onu dinleyerek geçti çünkü. Babacığım çok sever, arabada ve evde kaset dinlenen yıllarda sürekli onu dinlerdi..

Bu şarkıdan bi şekilde haberim olmamış, konser kayıtlarını dinlerken fark ettim şarkıyı. Sabahları çok zor uyanıyorum, güzel bir ses uyandırmak için her sabah ayrı numaralar denese de işkence oluyor yataktan çıkmak. Çıktıktan sonra yine biraz suratsızım, hazırlanıp evden çıkarken mp3player’ı (Türkçesi yok mu bunun? müzikçalar mı demek lazım acaba?) kulağıma takıyorum, o andan itibaren ayılmış oluyorum. İki gündür aynı şarkıyla işe gidiyorum, rum ezgileri var şarkıda. Bi sözlerine bakın ama ya..

Deniz bile acı çeker ah agapimou
Gözlerinden yaşlar döker
Benim bu derdim gizli kalmaz sevdiğim
Figan ile başımdan tüter

Kara gözlerine hayran olduğum
Memleket kokulu yarim
Kırık dillerine meftun olduğum
Saçına gül takılı yarim

Deniz bile şahit olmazsa ah agapimou
Başka kim olur derdime
Memleket hasreti öyle bastı sevdiğim
Bıçaklar saplandı yüreğime

Arrinconamela


Herkes Vengo’yu izlesin bi de herkes “Arrinconamela”’yı bi yerlerden bulsun ve dinlesin! Lütfen ya!

Uzun zamandır bu kadar yüzümü güldüren bir şarkı olmamıştı. Filmi izlerken de çok beğenmiştim bu şarkıyı, bir masanın etrafında mutlu bir kalabalık içerek, eğlenerek, dans ederek bunu söylüyordu. Sonradan unutmuşum demek ki, Şimdi Vengo’nun soundtrack’ini dinlerken yeniden keşfettim. Bayılıyorum Balkan Müziklerine. Kan çekiyor diycem ama Batı Karadeniz(baba tarafı)/Doğu Karadenizliyiz (anne tarafı). Büyükbabam kökenimiz Orta Asya’dan gelen Türklere dayanıyor derdi. Anne tarafım laz, inadım falan oradan geliyor sanırım. Neyse soydan soptan bağımsız müzik sevgisi. Ama bu kadar mutlu olmamı açıklayan bi şey olmalı.


Ben bu yıl hayatımda ilk defa “kendime” milli piyango bileti alıcam. Büyük ikramiyeyi istemem, bir süre çalışmadan yaşayabilecek kadar para çıkarsa İspanya’ya gidicem, bir flamenco ustasının yanına çırak olarak. Bir süre kalıp, hayran olup geri gelicem. Aha da buradan planımı açıklıyorum, yapmayan top olsun.


Flamenco ne güzel bi şey di mi?

20 Aralık 2008 Cumartesi

home sweet home

Bugün hiç dışarı çıkmadım, çok büyük başarı benim için! geç uyandım, evi toplayacağım dedim. Nası nalet bir evim varsa topla topla bir senedir bitmedi! Yalnız içten içe derin bir suçluluk duygusu yaşıyorum demek ki, çaydanlığı yağçözle ovalarken ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz.

Çamaşır yıkadım, astım (ben yıkadım sanki) Odamı topladım, bir sürü şey attım. Daha da atıcam, kurtuluşum işe yaramayan şeyleri atmak, giymediğim şeyleri vermek. Bu akşam bu karara vardım. (aferin)

Şöyle bir teorim var ne zamandır yazıcam, unutuyorum. Benim oturduğum apartmanda 27 tane daire var. Her akşam bir ev görevli olsa, bana bir tabak yemek getirse. Bak bi tabak diyorum, makul bir istek bence. Ayda bir defa sıra gelir herkese, ne süper fikir di mi? Apartmanın girişinde pano var, ben bi yazıyım oraya bu fikrimi bakalım :)))

16 Aralık 2008 Salı

gülendam

erdal'ı hatırlayan var mı? gülendam diye muhteşem bir şarkısı vardı, kardeşimin bilgisayarında buldum.. ümit sayın'ın şarkısıymış, şarkının sonunda da ney mi çalıyor birisi nedir..


uçtu kuş, gün kafesinden
kesti nefesi cigerinden
düğümlenip gülendam
asıldı aşk-ı ateşinden

sel aldı gözünü gülendam
bir kurşunluk can-ı masum
yükü vuruldu gülendam
canı uzanmış yanında

hiç sende insaf yok mu can alır ellerin
hiç sende vicdan yok mu sızlamaz yüreğin

ne zaman süzülür hüzün başından
ne zaman diner bu gözyaşım
ne zaman silinir bela yazımdan
ne zaman rahatlar bu gönlüm...

14 Aralık 2008 Pazar

metronom var mı abi?

bana metronom lazımdı ya, vallaha unuttum billaha unuttum. koşuyolu starbucks'ın karşısında sanki bir müzikevi vardı, orada var mıdır acaba? yarın ismini öğrenip aramam lazım, şimdi baktım google'dan ama embesil gibi koşuyolu müzik diye arayınca çıkmadı tabi!

metronumu 100'e ayarlayıp çalışıcam, evet. çok çalışmam lazım ama, komşular şikayet edene kadar çalışmam lazım. her kapı sesinde aha geldiler diye kalbim ağzıma geliyor. gidiyim de biraz daha çalışayım bakalım, hazır gelen giden yokken..

tatil bitti böhüüüü

"tatilim çok güzel geçti, enerji depoladım" diye mutlu mutlu yeni haftaya başlayan insanlara çok imreniyorum. negatif bi insan değilim aslında ama konu tatil olunca, "niye bitti yaaaa" 'dan öteye gidemiyor düşüncelerim. ne güzel oturuyoduk di mi?

yarın hiç tatile çıkmamışım gibi yorgun ve mutsuz gidicem işe. ben işimi çok seviyordum bir ara yahu, ne zaman böyle oldum bilemiyorum. yeni yönetim ve yeni projeler bekliyorum, evet!!

11 Aralık 2008 Perşembe

doğdukları yerde ölenler

uyuyacaktım vazgeçtim, kardeşim çalışıyor. hemen yanımda diğer bilgisayarda, gece vardiyasında...

bayram boyu aynı sorulara cevap verdim, en çok da bir tanesine. "nasıl, alıştın mı istanbul'a?" istanbul bana alışsın ulan, ne varmış alışamayacak, dağdaydım şehire indim sanki. alıştım da seviyor musun diye sor bi bakalım? neyse, bir sürü kişiyle görüştük bayram boyu. ben bayramları da bayram ziyaretlerini de severim. genelde koşturmacadan görüşmeye fırsat bulamadığımız insanları bayramlarda görüyoruz, hoşuma gidiyor. sevdiğim, görmekten hoşlandığım insanlara gidiyoruz, bize gelenler için de aynı şey geçerli.

konuştuğum insanların hemen hemen hepsi ankara'ya yerleşmiş uzun yıllar önce, büyük bir kısmı da burada doğmuş, burada büyümüş. o yüzden bana alıştın mı diye sormaları normal aslında. zülfü livaneli'nin doğdukları yerde ölenler diye bir şarkısı var (enstrumantal galiba) o şarkının ismi ve şimdi yazacaklarım aklımda kaç gündür.

bir yere köklerimi salamadım yıllardır. devamlı elimde valiz, bir oradayım bir burada. (bir gece uyandım (ankara'da evimde) içeriden sesler geliyordu, oteldeyim sandım aklım çıktı. artık iş için o kadar çok seyahat etmiyorum, bir dönem otellerdeydim sürekli.) gezmeyi seviyorum ama bahsettiğim şey bir yere ait olma hissi. annemin 20 yıllık arkadaşları var mesela, benim hiç olmayacak. biri orada biri burada arkadaşlarımın. belki ölene kadar ailemle aynı şehirde olmayacağım, şimdi de ayrı şehirlerdeyiz zaten. çocuğuma annem bakıyor lüksünü yaşayamayacağım, hadi çay koydum bana gelin de diyemeyeceğim kardeşime..

işin garibi her yerde yaşayabilirim gibi de gelmeye başladı artık. en çok eskişehir'imi seviyorum ama istanbul, ankara, izmir, bursa fark etmez. neresi olursa yaşarım abi.. sevmiyorum bu durumu, biri sanki elimden tutsa hadi bak burası iyi burada oturalım dese tamam diyip yüzümü güneşe dönüp kök salacakmışım gibi de geliyor bir taraftan..

buraya yazınca bu yazdığım yer soru sormuyor ya, en çok onu seviyorum. anlatıyorum bitiyor, ne güzel.. sorsa "ne yapacaksın?" diye bilmiyorum gerçekten, yazdım işte öylesine..

5 Aralık 2008 Cuma

hello kitty

blogu hello kitty üzerine kursaydım, her gün yazacak bir şey bulurdum. o kadar seviyorum ben bu helo kitty'i. nesini seviyorsun diye soran varsa, şaşkın bir ifadesi var en çok onu seviyorum. kocaman kafası var, ağzı yok. iran kedilerine benziyor. bembeyaz yumuk yumuk bi şey, aksesuarları da genelde pembe, kırmızı oluyor.

hello kitty hayranlığımı çevremdeki herkes biliyor artık, sağolsunlar çeşit çeşit hediyeler aldılar bana bugüne kadar. kardeşim hello kitty'li ev telefonu aldı bana, işte solda fotoğrafı var. telefon çaldığı zaman kanatlarındaki ışıklar yanıyor.

bir sürü kalemim var, pijamalarım, lens kabım, tarağım, havlum, mutfak önlüğüm aklınıza gelmeyecek bir sürü hello kittyli eşyam var..

amaaaaa içlerinde en güzeli dün aldığım hediye. kocaman bir oyuncak hello kitty :) neredeyse benim kadar, eline de tesbihi verdim. evin ağası ilan ettim kendisini.


çok güzel di mi :)

4 Aralık 2008 Perşembe

Magick Konseri - Kemancı


Sevgili kardeşimin muhteşem heavy metal grubu Magick'in 7 Aralık Pazar akşamı Kemancı'da konseri var. Kendileri süper müzisyenlerdir konserleri de çok eğlenceli olur. Kardeşim diye demiyorum valla bak, bence gelin :))

Neymiş bakalım bu grup derseniz http://www.myspace.com/magicktr

Bayram Tatili

Ailesinden uzakta yaşayan bir gariban olarak, bayram tatillerimi "aile yanında barınma" şeklinde geçiriyorum. Yurtiçi/ Yurtdışı hiçbir tatil planına katılamıyorum, tatil fırsatı maillerine iç geçirerek bakıyorum. bir yanım "hafta sonları görüyorum zaten bayramda da tatil yapsam ya" diyor bir yanım da "ayda bir kere 2 gün gidiyorum,s gideyim ailemle hasret gidereyim" diyor. (Bu ikinci yanımı dinliyorum ben hep, ailemden ayrı yaşamaya devam ettğim sürece de dinliycem galiba)

Yarın kardeşim geliyor, hafta sonu buradayız. Pazar gecesi gidiyoruz. Babamın dört gözle beni beklediğini biliyorum, canım benim..

Kuvertürler geldi bu arada, burada zaman bulamam büyük ihtimalle Ankara'da yapıcam çikolatalarımı :)

2 Aralık 2008 Salı

istiyorum istiyorum

1. evime kitaplık istiyorum, evde hiç açmadığım 5-6 tane koli var. birinde okul kitaplarım var diğerinde okuma kitapları (cin ali, hece kitapları falan var sanki, okuma kitabı ne be!) diğer kolilerde ne var hiçbir fikrim yok.

2. evim böyle çiçek gibi tertemiz olsun istiyorum, bir iki gün oluyor sonra evin içine ediyorum yine.

3. Mırıl'dan gördüm, en kısa zamanda kazaklarımı başka türlü katlayarak dolapta devrilmelerini ve kırışmalarını önleyeceğim. ben kazağı dikine ortadan katlıyorum önce, sonra kollarını arkaya dogru katlıyorum böyle dörde katlanmış gibi oluyor yani. ama enine ortadan katlayıp, kollarını da içine koyunca kazak incecik oluyor hem daha az yer kaplar hem de daha az kırışır. hem de bi tane alırken diğerleri devrilmez.

4. çikolata yapmak için kuvertür bulmam lazım. pul şeklinde satılanlar var pelit'te. ordan alabilirim ne zaman alacaksam!

5. atkılarımı ve şapkalarımı koymak için büyük bir kutu istiyorum, ikea'da var bursa'da gördüm. öyle bir kutu alıp vestiyere koyucam.

6. çantalarımı da koymak için kocamannn sepet gibi kapaklı bi şey lazım. kutu kutu olsun evim renk renk.

7. t-box'ı çok seviyorum, bir sürü şeyler alasım var oradan. şunun tatlılığına bakın ya, ismi de bin gates http://shop.t-box.com.tr/product/ShowProduct.aspx?proid=4196&depid=651

1 Aralık 2008 Pazartesi

ben haklıyım ulan!

az önce (10 dk oldu, olmadı) o kadar da munis bir insan olmadığımı anladım. müdürüme bağırdım, bi şey anlatmaya çalışıyorum anlamıyor. o da benim anlamadığımı düşünüyor. kendi bildiği şekilde yapmak istiyor ama yanlış yaptığına eminim. susayım mı yani? ben iddalaştıkça o sinirlendi, o direttikçe ben sinirlendim.. bağrıştık biraz.

sonuçta benim dediğim oldu, hahayt :) bi bildiğimiz var ki konuşuyoruz!

28 Kasım 2008 Cuma

çikolatalar

Değişik değişik çikolatalar yapmak istiyorum, önceden yapmışlığım var. Bakınız çikolata kursundan bir fotoğraf:

bayram geliyor ya, bu sefer kararlıyım bayramda ikram ettiğimiz çikolataları ben yapıcamm :) bir ara kuvertür aldım, götümü kaldırıp yapamadığım için kullanma tarihleri geçti attım hepsini. evde çikolata kalıbı da var zaten, eritip içine döküvericem işte. haftaya ilk işim kuvertür almak, çikolata yapmak olacak. eğer becerebilirsem, fotoğrafını koyarım buraya :) capitoleki migrosta krema varsa truf da yapabilirim. ama onu ankara'da yapsam daha iyi olur, gidene kadar erir çünkü.

bi içimi dökeyim, planlarımı yazayım dedim sevgili blogum, yaaa işte böyle :)

27 Kasım 2008 Perşembe

bunlari bi öğretin be!

herşey, hiçbirşey, birşey kelimelerinin nasıl yazıldığını bilmiyorum! evet bilmiyorum, okuyorum öğreniyorum sonra unutuyorum. şey ayrı mı yazılır, birleşik mi yazılır öğrenemedim gitti! bunun kolay bir yolu var mı? tekerleme gibi bir şey bilen varsa bana bi öğretiverse ne güzel olur.

kumandanın pili

yalnız yaşamak çok garip bi şey. bazen en ihtiyacın olmayan şeyler için saatlerini harcarken, en çok ihtiyacın olan ve evdeki eksikliği sinir bozan bir şey için beş dakkanı ayırmıyorsun.

bunalıyorum evde her şeyi kendi başıma yapma zorunluluğundan. uzun zamandır kumandam çalışmıyor. çok fazla televizyon izleyen biri değilim ama bazen izlemek istiyor canım. mesela çarşamba akşamları evdeysem avrupa yakasını izlerim (dilber hala'nın hastasıyım, bir karakter bu kadar adanalı olur yani)

dün akşam deli gibi yağmur yağıyordu, eve geldim. televizyonu açayım dedim, evde ses olsun bir de haberleri dinleyim işlerimi yaparken dedim. elim kumandaya gitti, elime aldıktan sonra hatırladım çalışmadığını. daha montumu bile çıkarmamıştım. sinirim bozuldu, şunu bile ben yapmak zorundayım dedim. bazı şeyler kendiliğinden oluverse ya, ne olur sanki! indim o hışımla bakkala, altta bakkal olmasa sinirle capitole kadar gidecektim o yağmurda.

pili aldım, böyle sinirden merdivenlere oturup ağlayasım geldi. her şeyi ben yapıyorum. ne olurdu yani ben de ailemle yaşasaydım, eve girerken kapıyı çalsaydım biri açsaydı, kumandanın pili bitmeseydi. dağınık bi insanım aslında çok fazla düzeni sevmem ama yine de bazı şeyler tam olmadı mı kızıyorum kendime. neden her şeye yetişemiyorum, neden her şey tam olmuyor?

(bak ama konuyu nasıl değiştiriyorum şimdi, dün geceye doğru düşüncelerim bu şekilde değişti.) ailesiyle oturup bi boka yetişemeyen insanları da anlamıyorum. götüm ayrılıyor istanbul'da, hem geçinemiyorum hem her yere gitmek zor. buna rağmen elimden geldiğince sosyalim. iş, koro, arkadaşlar, amcamlar, ankara, eskişehir, tiyatro, sinema, konser...... elimden geldiğince her şeye zaman ayırmaya çalışıyorum. varsın bazı şeyler de eksik olsun, ev dağınık olsun, kumanda'nın da pili olmayıversin yahu (böyle de nalet bi pollyannayım işte!)

25 Kasım 2008 Salı

iş yerinde parti

bugün bizim odada acayip bir sıkıntı var, kimsenin canı çalışmak istemiyor. gittigidiyor'dan bi şeyler bakıyorduk, konu nasıl olduysa patlamış mısıra geldi. hadi mısır alalım dedik, korkudan işyerinden ayrılamıyoruz. bakkaldan söyleyelim dedik. yakınlarda bir bakkal var, iş yerindeki arkadaşlar sigara siparişi veriyor sık sık. aradık, patlamış mısır yokmuş. biz de cips ve çekirdek söyledik. çılgın gibi yiyoruz şimdi. müdür yok bugün tabii ki, olsa o çekirdekleri kabuğuyla yedirirdi bize herhalde.

herkes çok mutlu, keşke fotoğraf makinemiz olsaydı :)

resmen iş yerinde çekirdek yiyorum yahu, ay çok eğlendim :)

20 Kasım 2008 Perşembe

ne istediniz sözlüğümden!

Ben bu Bilgi İşlem’e ne diyim ya! Her şeyi engellemişler, sözlük hiç açılmıyor. Günlük 60dk kota koymuşlar, bloga ve başka bazı sitelere de kotalı girebiliyoruz (ekşi duyuru da dahil). Bu yazıyı da word’de yazıyorum, kotam dolmasın, daha akşama çok var. Canım sıkılır da blog bakmaya karar verirsem kotamı boş yere harcamış olmayım. Bu arada kota da kontör gibi, yani bi yere girdin 5-10sn durdun kapattın ya, gitti 10dk’lık kota.


Ne istediğiniz ekşi sözlük’ten ya, ben işle ilgili şeylere bile oradan bakıyordum. Sözlüğü açmaya çalıştığımda şöyle bir uyarı geliyor ekrana:

“ This Websense category is filtered: Message Boards and Forums. “

Sözlük forum değil bi kere Allah Allah!


Sözlük olmayınca sanki bi şey eksikmiş gibi geliyor. Mesela bilgisayarında word yokmuş gibi, excel yokmuş gibi. Gmaili dönem dönem engelliyorlardı da sözlüğe kimse bulaşmamıştı şimdiye kadar. Ben bi insanın işi varken internette dolaşabileceğine inanmıyorum ya, inanmak istemiyorum. Siteleri yasaklayınca “kimse de hmm benim girdiğim siteler yasaklanmış, ben de zaten işlerim duruyorken internette takılıyordum, madem yasakladılar ben de çalışayım bari” demeyecek. Herkes şahlanacak şimdi, satışlar da katlanacak, verimlilik de artacak! Tutmayın bizi!

18 Kasım 2008 Salı

yine yaptım!

anahtarı kapının arkasında unutma birincisi oldum. daha bir iki ay önce unutmuştum, yine başardım. nasıl bir şapşalım ben böyle yahu! bu sefer geçenkinden daha çok sinirlendim kendime. bi götümü toplayamadım ya şuraya geldiğimden beri.

ne yapsam da anahtarı unutmasam?

1. kapıya yazı yaz : çok da görürüm ben o yazıyı, bu kafayla. devamlı bi şeyler düşünüyorum, sabah kontrol ediyorum güya, çantamı aldım, şemsiyemi aldım, alarmın düğmesine bastım. evet her şey tamam, çat diye kapatıyorum kapıyı. bi bakıyorum anahtar yok elimde.

2. anahtarı kapının arkasına takma : iyi de hadi gece kapıyı kilitledim, anahtarı çıkardım kapının arkasından diyelim. sabah kilidi açmak için yine kapıya sokucam o anahtarı. anahtar yine kapı açılırken kapının arkasında olmuş olacak.

3. kapıyı kilitleme : en mantıklısı bu, üstteki kilit gibi şeyi çeviricem, kapıyı kilitlemiycem. alarm var nasılsa. eve girince anahtarı çantama koyucam, sabah da kapıyı çekip çıkıcam. kapı kapandıktan sonra anahtarla kilitliycem.

eminim her sabah da böyle yaparım ben şimdi!!!

çilingire söyleyim de devamlı müşteri listesine yazsın beni, ayda bir görüşüyoruz nasılsa telefonunu da kaydetmişim ben bu boku yine yerim dedim herhalde. telefonda numarasını gördüm ona da kızdım!

14 Kasım 2008 Cuma

eskişehir


bir eğitim için eskişehir'e geldim, başka işler çıktı dönüşüm uzadı. bir haftadır burdayım.

hiç gitmek istemiyorum buradan yaa, herkes büyük şehirde yaşamak zorunda mı?
geri gelsem ne olur sanki? fabrikadaki çaycı bile abla sen gitme artık burda dur diyor bana :) gitmesem keşke..

dağlara gel dağlara

dağa da çıktım ya sayın seyirciler artık ölsem de gam yemem. vallahi billahi çıktım, dağlarda tepelerde kayalarda sektim keçi gibi. aha da fotoğraf inanmayanlar için. ne kadar da yüksekteyiz değil mi?

eskişehir sarıcakaya tarafında dağküplü köyü yakınlarındaydık. başımızda hocalarımız vardı. ekibin çoğu deneyimli zaten, yanımda da benimle ilgilenme konusunda deneyimli bir rehberim vardı, çok güzel bir pazar oldu yani :)

çok eğlenceli, çok güzel bir uğraş ama benim her zaman yapabileceğim bir şey değil, hava çok güzeldi o yüzden çok zorlanmadım ama karda kışta yürüyemem gibi geliyor. az miktar da olsa her gün işe yürüdüğüm için yürüyüş sonrası sadece 2 gün bacaklarım ağrıdı, çok büyük acılar çekmedim :) 10.30 gibi başladık yürüyüşe, 16:30da dağküplü köyüne indik. köy kahvesinde çay içtik, bu kısım çok güzeldi :) keşke onun da fotoğrafı olsaymış.



















çok yorulurum, perişan olurum, donarım, üşürüm, tuvaletim gelir, sürekli problem çıkarırım gibi geliyordu ama hiç öyle olmadı. grupta en çok eğlenenlerden biri bendim galiba. gördüğüm her şey mutlu etti beni, en çok da mantarlar. rengarenk ilginç ilginç mantarlar gördük yol boyu. çok güzeller değil mi?

24 Ekim 2008 Cuma

gadjo dilo

küçükken annemin kıyafetlerine, ayakkabılarına, takılarına özel bir ilgim vardı. eteklerini giyerdim, bana bol geldiği için de belini büzdürüp tokayla o bol gelen kısmı toplardım. lazca'da "poşa" çingene demek, annem de benimle poşa diye dalga geçerdi. çocukken uzun bi süre beni başkalarından aldıklarına inandım zaten, her hareketim ailede şaşkınlıkla karşılanırdı. kedi köpeğe olan düşkünlüğüm, inatçı olmam. ailenin genlerine aykırıydı sanki, büyüdükçe anladım ki tam olarak annemin kızıyım!

neyse konumuza dönelim, küçüklükten beri çingenelerin hayatını merak ederim, yakından görme fırsatım olmadığı için filmlerle idare etmeye çalışıyorum. yıllardır izlemek istiyordum, dün akşam izledim neyse ki gadjo dilo'yu. film amerikan yapımlarından çok farklı tabii ki, oyuncular gerçekten çingene, tipler filmlerde görmeye alıştığımız güzel kadın, yakışıklı erkek formatından çok uzak.

sevinçlerinde üzüntülerinde yaslarında hep müzik olması çok hoşuma gidiyor. müzikler gerçekten şahane. ağıtlar, şarkılar, danslar çok doğal, film izlemiyormuşsun da o anda sen de ordaymışsın gibi.


ölen birinin mezarı başında içki içiliyor, o içkiyle toprak sulanıyor ve şişe içinde içkiyle beraber toprağın üstüne bırakılıyor. bu tören sırasında müzik var tabii ki yine, dans da ediliyor ölenin anısına. mezarın başında şarkı söyleyen müzisyenin adı adrian simionescu. nasıl enteresan bir ses öyle o. hem ağlatır, hem oynatır!


yıllarca merak ettiğime değmiş, izlediğim ne güzel filmlerden biri oldu..

sucrem yiğidim

------ spoiler ------

vay babooo, nası bi adammış bu sucre hafife almışız kendisini. adamı diri diri gömdüler de michael nerde söylemedi, helal olsun be! insanın bi tane böyle arkadaşı olsa ömrü billah sırtı yere gelmez.

------ spoiler ------

14 Ekim 2008 Salı

karpuz!


Karpuz kötü bi şey mi ya? Biri mesela karpuz dese kötü bi şey mi demiş olur? Diyelim ki konuşuyoruz, güzel bir şey söylemek için "karpuz" dedim ben, hakaret gibi mi oldu yani?

Karpuz çok eğlenceli bir şey bence. Bir kere yuvarlak, yani eğlenceli olmak için başka bi şeye bile gerek yok aslında. Sonra dışından bakıyosun yeşil kabuğu olan bir şey ama içinde sürprizi var. Kesip bakıyorsun kıpkırmızı.

Sonra tadı güzel, kokusu da güzel bence. Karpuz gibi kokan bir parfümüm vardı benim, karpuzlu sakız da var.

Kelime olarak da güzel, söylemesi zevkli.

Karpuz iyi bi şeydir!

sucre nasıl bir soyad? şekeroğlan gibi mi?

Benim için buraya yazmak, gerçekten can kulağıyla dinleyen ama hiç konuşmayan birine bi şeyler anlatmaya benziyor.

Susmak da iyi gelir bazen insana, sevdiğin birinin yanında öylece oturursun konuşmadan, bazen canım çok sıkılıyor, yazmak istiyorum. Açıyorum sayfayı, boş boş bakıyorum, kapatıyorum. Yazmamak da işte öyle bir şey..

(Eveeet yine zevzeklenecek bi şey buldum, erol evgin gözümün önüne geliyor, gülüyorum salak salak, hey Allahım. O adam da komik ama sanki di mi? )

Neyse, prison break izliyorum bir iki haftadır.. Ben de kardeşimi çok severim, gerçekten bir ablanın kardeşini sevdiğinden biraz daha fazla olabilir.. Michael Scofield'ın yaptıklarını görüyorum, o kadarını yapabilir miydim bilemiyorum. Tamam film o biliyoruz, ama onu da insan yazıyor di mi? Demek ki birileri o kadar güçlü bir kardeşlik bağı olacağını hayal etmiş, düşünmüş, yazmış. Sonra Sara Tancredi ve Michael Scofield aşkı var, spoiler olmasın şimdi (çok takip ediliyo ya bak, spoiler vermesinmiş bi de, şaşkın!) olayları anlatmıyım ama bu kadar sevmek, bu kadar sevilmek lazım diyorum izlediğim her sahnede.

Sucre garibim helak oldu Maricruz diye, onun için kaçtı, onun için yaşıyor. (Burada nineye bağlıycam müsadenizle, allah kavuştursun yarebbimm amin) C-Note da ailesi için teslim oldu.

Kaybedecek bi şeyi olmayanlar mı çok sevebiliyor acaba, yoksa çok sevenler mi hayatının aşkından başka kaybedecek başka bi şeyleri olmadığını düşünüyor?

6 Ekim 2008 Pazartesi

uzun tatilden sonraki ilk iş günü

kabus ya, başka bi şey değil valla! uzun uzun anlatamıycam hissettiklerimi, ne kadar uykum olduğunu, tüm hafta sonu yaptığım gibi nasıl yatağımda yuvarlanarak film izlemek istediğimi..

kısa yoldan köşeyi dönmek lazım, araştırmalara başlıyorum en kısa zamanda..

1 Ekim 2008 Çarşamba

bayramda misafir çocukla oynama zorunluluğu

başlık net.. Dün "hadi yağmurcum, ablan sana odadaki oyuncak sepetini versin, beraber oynayın" dedi annem, hoop postaladı beni odaya. halime'nin nalet sepeti gibi bi sepet var odamın köşesinde. ayda bir misafirliğe geldiğim için ailemin evine, sepet de pek ilgimi çekmemiş. yağmur 11 yaşında, biraz yabani, pek bizim aileden kimseye çekmemiş diyorum içimden. neyse arkadaş olabilecek gibi duruyoruz ama, ilk izlenimim bu. döküyoruz sepeti. anammm dreamland'den aldığımız oyuncaklar. çocukluğum onlarla geçti be. iki tane bebeğim var sepette (az sevdiklerim var ama, damla ve aslı. barbie bebeklerim yok, onlar paketlenip saklandı bi yere biliyorum)

parantez açıp dreamland'e değinmek istiyorum. biz küçükken fırat gibiydik tam olarak. bahçede oynardık, erkekler maç yapardı kızlar evclik oynardı, ağaca çıkardık. kedi köpekle oynardık (ben özellikle yavru olanlarını tüm harçlığımı süte yatırmak suretiyle besler, eve sokmaya çalışırdım, hiç başarılı olamadım ama neyse) ezan okununca eve girerdik, balkonumuz bisikletimiz misketlerimiz vardı. bilgisayarımız yoktu, evdeki teknolojik şeyler video ve müzik setiydi. o yüzden ateri salonlarına bi düşkünlük vardı bizim dönemde. ankara'da ilk açılan alışveriş merkezi benzeri şey atakule'ydi. kumpiri ilk olarak orda yemiştim. dreamland diye bir oyun salonu vardı içinde.





işte soldaki.. içinde bowling gibi bi şey (tam olarak anlatamıycam şimdi) at yarışı (12 kişi, birer masaya oturup, farklı puanları olan deliklere topları sokarak, kendi atını birinci yapmaya çalışıyordu, birinciye oyuncak veriliyoru) küçük bir havuzda gemi bile yüzdürebiliyordun, bir sürü eğlenceli şey vardı işte. karne alınca (küçükken akıllıydım hep 5 olurdu karnem, sonradan poka döndü), bazı bayramlarda, tatillerde giderdik dreamland'e. bayılırdık oraya ya, keşke kapılar kapansa ben burda kalsam sabah kadar oynasam dediğimi hatırlıyorum.

konumuza dönersek, benim dreamlandden bayılarak aldığım oyuncaklar yağmur'u pek sarmadı. sohbet etmeye başladık, ya ben hafife alıyorum çocukları ya da 11 yaş aklı başında olabilmek için yeterli. yani çocuklarla girilen komik diyaloglar başlığı için bir tane veri yok elimde, o kadar güzel konuşuyor yani yağmur. keman çalıyormuş, vanessa mae falan dedi pes dedim artık! baya baya arkadaşım gelmiş onunla konuşuyormuşuz gibi hissettim.

neyse dur daha en bombasını söylemedim. bilgisayarım açıktı, su maymunu diye bi şeyden bahsetti yağmur. google'dan bakalım dedik, görsellerde ara dedi bana. yuh be onu nerden biliyosun da denmiyor tabi, aradık görsellerde...

sana bir site göstereyim dedi, www.stardoll.com nası bi site allahım, sen bir kız yaratıyorsun, saçını başını, vücut tipini belirliyorsun. siteye üye olunca sana 25 dolar veriliyor, alışveriş yapabiliyorsun bu paralarla. (istersen gerçekten para verip superstar olabiliyormuşsun, onlara tanınan ayrıcalıklar varmışi pes.) küçücük kız dkny'ı biliyor. alışveriş yapıyor, süperstar oluyor, sınıf arkadaşları da üyeymiş bu siteye, onlar neler almış onlara bakıyor, kıyafetlerin indirime girmesini bekliyor, tüketim çılgınlığı 11 yaşında başlıyor... böyle bir site olmasına şaşırmadım, daha neler vardır internette ama bu yaş grubunu özendirdiği şeyler çok da uygun değil sanki.

sonuç olarak, dün akşam bize gelen misafir çocuk beni oynattı :)

kadın aşktan sapıtır mı? :)

Anneme çekmişim ben.. Keşke bütün huylarım çekseydi de şu inadım çekmeseydi. O kadar saçma sapan şeylerden koparıyorum ki bazen ipleri, pişman da olmuyorum üstüne. Gurur mu inat mı ne boksa artık. çok mu fazla beklentim var? aslında çok küçük şeyler bekliyorum, olmayınca kıyameti mi koparıyorum? çok mu alınganım? çok mu şımarığım? bilmiyorum ki hangisi..

(Sözlük yüzünden tümünü küçük harfle yazmaya alışmışım, her seferinde yazdıktan sonra ilk harflerini düzeltiyorum, aferin)

Bir entry vardı sözlükte uzun zamandır bu kadar düşündüren bi tanesine rastlamamıştım, ama şuursuz ve salak olduğum için ne yazarın adını ne başlığı hatırlıyorum. dur bi arıyım bakalım bulabilecek miyim? valla buldum, buraya alıntı yapabiliyor muyuz bilmiyorum ki? yapalım bakalım sonra sorar düzeltiriz.

"kadının aşık olduğunda yaptıkları"

salaklaşır.
fedakarlaşır.
dünyasını aşık olduğu adama göre ayarlamaya başlar.
bu aslında bir kendini yok ediş sürecidir.
adam onu normal hali ile sevmektedir.
kendi uydusu olduğu için daha çok sevmez tersine sıkılır boğulur.
ama kadın anlamaz ne kadar çok seviyorum onu der.
adamı hayatının merkezine koyar.
adam kaçar.
aşk grip gibidir bir süre sonra geçer.
kadın kendine kızar.
nasıl oldu da ben olmaktan vazgeçtim ?
neden istenmeden verdim verdim verdim ve neden karşımdaki bunları görüp karşılık vermiyor diye kendimi hırpaladım? kendimi de onu da rahat bırakıp sadece anın tadını neden çıkaramadım?


yazarı "en bi gerçek sour" (süper bi entry, tebrik ediyorum)

kadın erkek doğası arasındaki temel fark bu mu acaba? anaç duygularımızla aşkı mı karıştırıyoruz birbirine? annem de kızar bazen sizin için şunları yaptım bunları yaptım der, yapmasaydın demek gelir içimden. (denmez anneye öyle çok ayıp) sevgiline dersin ama, ben mi istedim bunları yapmanı? ben senden bambaşka şeyler istiyorum aslında, kendince benim için fedakarlık yapıyorsun ama sor bakalım aslında ben istiyor muyum bunları? deli gibi kendini bana adamanı bekliyor muyum?

gerçekten sapıtıyoruz ya kadınlar olarak, ben kendimi tanıyamıyorum bazen. sinir oluyorum kendime. ben miyim len telefonda sik sik eden bu kadın? valla benim billa benim. nasıl ben böyle oldum peki? aşktan oldum öyle mi? öyle diyor işte entry'de..

(yine cümlelerin ilk harfleri küçük olmuş, salak!)

special thanks to merope

blog gerçekten güzel oldu ya, ben de çok beğendim renkli ama sade iç açıcı bi şey oldu :) kendi kendime de yazıp eğleniyorum ohh ne güzel..

28 Eylül 2008 Pazar

58

Babamın yaşı.. 58 yani.. yağmur yağdı öğlen, sonra güneş çıktı. yağmur yağarken biz film izledik, nescafe yaptım ona, bayıldı filme. Ben de onunla film izlemeyi sevdim, sonrasında yorumlar..

Balkonda oturalım biraz hava çok güzel dedi. tamam dedim, bi taraftan hepimizin içinde olan odama gideyim bilgisayarda takılayım dürtüsü, bir taraftan zaten görüşemiyoruz biraz babamla zaman geçireyim düşüncesi. Çektik sandalyeleri oturduk balkonda.

Dedeme yemeğe gidince düşünürdüm bunu, geçenlerde teflon tavada aynı dedem gibi sakince tavukları çevirirken yine düşündüm. "Çok zamanım var, hareketlerimin hızlı olmasına gerek yok, sakin sakin yaparım her şeyi" der gibi, yemek yaparken bile ağır hareket ederdi. Ben ona bağlardım yani yavaş hareketlerini. Geçen akşam teflon tavanın başında onun gibi hissettim kendimi, al işte aynı durumdayız dedim. O da yalnızdı, ben de aynı onun gibi yalnızım şimdi. Onu ziyarete gittiğimde üzülürdüm, keşke ben de Ankara'da olsam derdim ama sonra kendi hayatımın telaşı alırdı beni, unuturdum düşündüklerimi.

Benzer bir şeyi bugün babamla yaşadım. Benzinlik var evin karşısında, oraya giren çıkan arabalara bakıyor. Saat 18:00'de benzinliğin önünden otobüsler geçiyormuş, onları da görelim öyle içeri girelim dedi (evimiz samsun yoluna bakıyor. ) Düşünebiliyor musunuz oturmuş onların geçiş saatlerini ezberlemiş? Onunla oyalanacak kadar sıkılıyor, o kadar yalnız yani.

Ellerimi tutuyordu, derisi daha bi kırışık geldi bana. Sonra baktım kollarının üstündeki tüylerden birkaç tel beyazlamış. 58 yaşında babam, az kalmış 60a.

Daha çok zaman ayırmak lazım dedim, daha çok mutlu etmek lazım..

16 Eylül 2008 Salı

ciddi bi şey yaz be kadın!

çok istiyorum böyle melankolik şeyler yazayım buraya, çok üzülüyorum ühüüü falan yazayım, altına şiir yapıştırayım. ama yok olmuyor. uzun zamandır bugünkü kadar durgun, üzgün olmamıştım ama yine buraya yazarken zevzeklik yapasım geliyor.

bu erkan oğur var ya, dinlememek lazım bunu. işi gücü bırakıp bahçede bi ağacın altında zırlamak istiyorum. odamız biraz kalabalık olduğu için kulaklıkla müzik dinlemek suretiyle yapmakta olduğum işe konsantre olabiliyorum. (ne kadar olabiliyorum tartışılır) erkan oğur dinlerken de dalıp gidiyorum işte.. sanki birisi bir şey söylemiş bana alınmışım, hiç de yok öyle bi şey. ne diye üzülüp oturuyorum onu da anlamadım. pms mi diyorsun sevgili günlük, evet evet ben de onu düşünüyorum. bir gün sürer iki gün sürer o da yahu, cumartesiden beri nedir bu haller, bana onun cevabını ver!

15 Eylül 2008 Pazartesi

yine temizlik

çok mutluyum, heyecanlıyım, karışık duygular içindeyim sevgili günlük..

ellerim çamaşır suyu kokuyor yahu, anne gibi yani!! temizlik yaptım, hem de çamaşır suyuyla! cif kullanabiliyorum mesela ama çamaşır suyu benim için bir üst leveldı. çok zorlanmadım hayır, gayet kolay oldu. ama çabuk yoruldum. hava karardı bi de. hava kararmasa ohoooo ben bütün camları silerdim de, şimdilik bi odanınkini silip bıraktım.

şu andan itibaren temizlik şirketini kapatıp, danışmanlık firması boyutuna geçmeliyim. disiplin prosedürü yazacağım..

1 Eylül 2008 Pazartesi

tesisatçı geldi haaanımmm

gayet önyargılı bir şekilde yerleştim istanbul'a, negatif düşüncelerim de hayatımdaki olaylara yansıdı galiba. (buraya gelene kadar pozitif düşün pozitif şeyler olsun diye düşünüyordum hep. evet, ben secret'i yıllar önce keşfetmiştim zaten. bu kadar olay yaratacağını bilsem açıklardım.) istanbul'a geldiğimden beri bir tesisat sıkıntısıdır gidiyor.

eve taşındığım hafta evin sigortaları attı, iki üç gün onunla uğraştım.

istanbul'daki ilk hafta sonumda duş alırken (benim de suçum var kabul ediyorum evde yalnızken insan neden banyonun kapısını sımsıkı kapatır ki!) banyoda kaldım, kapı açılmadı.

bir süre korkudan doğal gaz sobasını yakamadım. gerizekalı olduğum için sobanın fanını kapatmayı akıl edemedim haftalarca vuuuuuuuu sesiyle uyumaya çalıştım.

televizyon konusundan da bahsetmeliyim, bir iki tane kanal gösteriyor sadece. arada bir de kablolu faturası geliyor, demek ki benim aslında daha fazla kanal izleyebilmem gerekiyor. eveeeet aynısı kaynımda vaaaar. böyle şeylerle uğraşmaya acayip üşeniyorum, özellikle de çağrı merkezi konuşmalarından mümkün olduğunca kaçarım. yeter ki robot sesli biri nasıl yardımcı olabilirim demesin bana. iki kanalım ve televizyondaki karıncalarımla mutluyum ben

bir kaç gündür de telefon çalışmıyor, çevir sesi yok. böyle de bir arıza tanımı varmış, bugün 121 sayesinde öğrendim. zaten 3 tane arıza tanımlamışlar sisteme 1 numara çevir sesinin olmaması, 2 numara hattın gürültülü olması 3 numara da diğer :) diğerde nasıl diğerler var çok merak ettim, dinlemek istedim ama vazgeçtim sonra.

veeee en bombayı en sona bıraktım. ben tatildeyken evimi su bastı. detay vermek istemiyorum, boyanması gereken 4 komşu evinin tavanını düşündükçe sinirim bozuluyor.

evet, bütün bu hadiseler için neler düşünebilir bir insan?

- ulan istanbul zaten seni sevmiyorum, geldim aha da bunlarla uğraşıyorum.

- seni yeneceğim istanbul!

- her evde olan şeyler bunlar, istanbul'la ne alakası var!

- biri bana büyü yaptı!

- ben aptalım ondan oluyor bütün bunlar (telefonu da mı ben bozdum ulan!)

sonuç olarak bozuk bir telefonum, force majeure bir durum olursa beni arayacağını söyleyen bir alt komşum, masrafları evsahibinin mi benim mi karşılayacağımı merak eden bir apartman yöneticim var.

eveeetttt aynıı, aynısı kaynımda var :) (bugün de bununla eğlendim ya, kendime bi şey demiyorum)

21 Ağustos 2008 Perşembe

temizlik seferberliği

bir kaç gündür temizlik yapıyorum (bir kaç, her şey, hiçbir şey kelimelerini ne zaman tereddütsüz yazabilicem gerçekten çok merak ediyorum. -ki ve -de 'lerin yazımı konusunda çok hassas olan bünyem nedense bu dilbilgisi kuralını öğrenmeyi reddediyor yıllardır) hep dağınıktım, yaşadığım yer hiç bir zaman bal dök yala olmadı. çok da rahatsız olmadım aslında dağınıklıktan ve pislikten. bu kadar küçük bir evde oturmamıştım daha önce, resmen sığamıyorum. çok fazla döküntü de var evde kabul ediyorum. aldıkça alıyorum, koyacak yer bulamıyorum.

öncelikle evdeki alanları maksimum verimle doldurmaya karar verdim, iş yerinde amelelik yapıyorum bari evde mühendislik yapayım. tesis planlaması dersinde gördüğüm yaklaşımları evimde uygulayacağım, evet efendim. sonra da kaç dolaba gerek duyuyorum ona karar vericem. kitaplar için de bir kitaplık alıcam. odadaki külüstür bilgisayarı atıcam oraya kitaplık koyucam.

kendime şaşırıyorum, benim için kişisel tarihimdeki en büyük devrimlerden biri bu kadar büyük bir temizliğe girişmek. bunalımda falan da değilim aslında. bu halimden sıkıldım artık sanırım. al sana değişimci ol yetkinliğinden 5, hem kendimdeki eksikliği farkediyorum hem de eyleme geçiyorum. süperim gerçekten!

24 Haziran 2008 Salı

renkler

herkes gibi siyah giyindim ben de bir dönem. annem bana mavi bir hırka aldı diye kıyameti koparmıştım hatta. sonradan en sevdiğim kıyafetim oldu o.

bayılıyorum şimdi renklere, hep gözüm pembelere kırmızılara gidiyor. sunum hazırladım az önce iş için, renk renk oldu yine her yer. sonra da "hmm güzel ama çok renkli, biraz daha kurumsal olsun" diyorlar. kurum - sal evet. bir şeyin resmi olması için kurum gibi kapkara olması lazım zaten di mi? renkli şeyler ciddi olamaz.

kurumsal hale getireyim ben sunumumu en iyisi..

20 Haziran 2008 Cuma

kimler yönetici olabilir :)

Acaba yönetici olunca mı garipleşiyor insan, yoksa sadece garip insanlardan mı yönetici yapıyorlar?

Yaptığım işleri elli kere düzeltmekten, tablolara takla attırmaktan fenalık geldi!

18 Nisan 2008 Cuma

ohh canıma değsin!

sevdiğin kişi için fedakarlık yapma olayının bokunu çıkarmıycaksın, gerçekten bak.

diyelim akşam yemeği yememişsin, o gün 10 saat ayakta dikilmişsin, en az 300 kişiye dert anlatmışsın, gece olmus 11, ertesi gün yaklaşık 500-600 kişilik bi gruba daha dert anlatacaksın, hala niye iyi olmaya çalışıyosun? olma! iyi olma! bireysel ol, kendini düşün, sadece kendini düşün! yat zıbar di mi! iyi oldu sana, daha çok üzülürsün, buralara içini dökersin...

26 Mart 2008 Çarşamba

unutamam!

ne biçim şarkıymış arkadaş bu yaa!!! bi yerlere "ten oyalanır can kanar" falan yazmak istiyorum ya, sıraya, defterime mesela. sıram da yok defterim de yok artık.. plaza insanı olduk yonca masalarımız, laptoplarımız var. mailin sonuna yazayım bari. hayatım mail oldu zaten..

unutmadım, unutamam
kara sevdam merak etme
yaşamaksa yaşadım lakin
canımın çoğu kaldı sende

pişman mıyım asla
güzelleştim yasla
sevmedim mi sevdim evet
senden sonra ihtirasla

ama benim ciğerim yanar
ten oyalanır can kanar
iki gözüm iki çeşme haberin yok
içerime içerime akar

yeni yıl gelmiş neyime (31.12.2007)

çok kutlanmaya dair bulmazdım yeni yılı ama hiç de yalnız olmamıştım. madem bi anlamı yok ailemle olayım en azından onlar sevinir diyerek ailemle birlikte oluyordum. yol büyüdü gözümde biraz.. yalnızım bu sefer, iyiymiş böyle de..

bi de yeni yıla nasıl girersen öyle gider muhabbetine içten içe inandım ben sanki bu yıl. geçen yıla hastanede girdim, bütün yılımız hastanede geçti. bu yıl huzur içinde evimde oturursam yalnız, huzurlu ve mutlu bir yıl olur diye düşündüm. (aferin iyi düşünmüşsün) dedemi uğurlamak istedim bi de, aslında ben hala inanmıyorum öldüğüne..

dedecim, camide okuttuk ya mevlütünü hani. içimden "sen şimdi öldün ya, ruhun ölmedi di mi, sen gelemezsin belki ama bi işaret yolla" diye geçirirken birden bire bir ışık dolaştı camiyi.. ben gördüm bi tek merak etme, aramızda yani :) sen olsaydın bu rakıyı seninle içerdim şimdi, yanında ben otururdum yine.. kadeh kaldırırdık daha iyi bir yıl için.. ben senin yerine de içiyorum şimdi, sensiz yıllar ne kadar iyi olabilir henüz bilmiyorum..

özlüyorum..

gitmek..

Geçenlerde yeni tanıştığım biri "aman da aman nasıl hanım hanımcık" dedi bana. Uzun zamandır bunu düşünüyorum. Ne demek ki hanım hanımcık? iyi bi şey gibi duruyor aslında ama bakıyorum hayatıma, yaptıklarıma, yediğim, boklara, üzdüklerime, kırdıklarıma "hanım hanımcık olmak" böyle bi şey değil sanki. Daha iyi bi insan hanım hanımcık sıfatını hak eder gibi geliyor. Kötü müyüm? o da değil aslında. Beni hiç tanımayan biri çevremdekilere sorsa beni eminim %95'i "çok iyi kız yaa" der.

Ben iyi bulmuyorum ama kendimi, bu ara özellikle ayrı bi taktım kendime. Dönem dönem oluyor bu, bazı şeyleri kestiremiyorum. Bu kadar üzüleceğini bilemiyorum insanların, çok hızlı karar veriyorum, çok hızlı uyguluyorum. Arkama bakmıyorum hiç. Aslında benim yüzümden başkalarının üzülmesi en son istediğim şey, hele de sevdiğim insanların üzülmesi. Olmuyor bazen bazı şeyler.. Yok başka açıklaması "olmayınca olmuyor"

Megalomanlık, götü kalkıklık falan olarak algılanabilir bu ama geri dönüp bakıyorum, çok zarar vermişim.. Hayatına girdiğim ve uzun zaman/kısa zaman sonra çıktığım bir sürü insan oldu. Ben çabuk iyileşiyorum enteresan bir şekilde (veya birikiyor bir yerlerde, ben iyileştim sanıyorum) geride bıraktıklarım iyileşemiyor. Hayatlarından çıkacağıma dair bi sinyal vermiyor muyum diyorum, hepsi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bağıra bağıra gidiyorum dediğim de var, bana müsade diyerek çekip gittiğim de.. Geride kalanlara üzülüyorum, acımak değil bu ama.. Gerçekten üzülüyorum. Bir bir düşünüyorum hepsini, iyiyse mutluyum, değilse kendimi suçlamaya devam..

Şu anda neler hissettiğimi, gerçekten hiç istemeden yaptığım bir şeyin, üzdüğüm birinin bana ne kadar acı verdiğini bilmeyen kişilerin bu aptal yazıyı anlaması imkansız. Birisi anlasa nolur ayrıca, iyiler her zaman kazanamıyor çünkü..

ben geldim

Ben geldim buraya, hoşgeldim..

Sözlükte istediğim kadar saçmalayamıyorum, daha ferah bi alanda saçmalıyım dedim. Bir blog yazma girişimim olmuştu başarısızlıkla sonuçlandı diyebiliriz.

Bu dönem düzenli not tutucam, eve gidince günlük tekrar yapıcam abicimm..