30 Temmuz 2009 Perşembe

Oldu en sonunda oldu bim bam bom

Çocuk gibi ne giyse ne yapsa kıskanıyorum ya, yani kıskanmak değil de ben de aynısından istiyorum :) Böyle bol şortlar giyiyor yazın, bi tanesini bana ver veya kendine al bi tane onu ben giyeyim dedim. Başka türlü onunki gibi olmaz ya ondan :) Evde bi tane şortu var, onu sahiplenmiştim. O yokken giyiyordum, anlattım şaşırdı. Aramızda baya bi fark var çünkü endam olarak :) Ben cücükten halliceyim, kendisi baya boylu poslu, yirim onu ben.

Bana böyle bir sürpriz kombinasyon yapmış, zevklidir de kendisi. Gerçekten bayıldım. Hafta sonu üstümden çıkarmadım.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

AKW-5

Uzun bir aradan sonra İstanbul'da bir hafta sonu daha beraberdik nihayet, beklerken ölüm gibi geliyor insana ama göz açıp kapayana kadar bitiyor maalesef :(

Limonatayı yazmıştık zaten. Eve gelir gelmez dayadım limonatayı, dayadım limonatayı :) Gerçekten çok beğendi, yapım aşamalarını da belgelemiştim biliyorsunuz. Becermişim yani, aferin bana. Kola içerken içimde bir huzursuzluk oluyor, malum selülit meselesi. Meyve suları için de aynı şey geçerli, en sağlıklısı bu işte mis gibi. Bol buz da koyunca, bu sıcaklarda ilaç gibi geldi valla.

Bir köşe yazısında Büyük Erzurum Sofrası diye bir restoran okumuştum. Kendisi aslen Erzurum'lu olduğundan, buraya gideriz güzel bir jest olur diye düşünmüştüm. Google olmadan ne yapıyorduk gerçekten bilemiyorum, hemen buluverdim sitesini. Kartal/ Atalar'daymış, trenle veya minibüsle gidilebilirmiş. Cumartesi akşamı atladık banliyö'ye, Atalar durağında indik. Durağın biraz ilerisindeymiş zaten, çok yakın. Ben gidene kadar nereye gittiğimizi söylemiyorum, artık çok da sormuyor, teslim oldu yazık napsın. Tabelayı gördü sonra, oraya gidiyoruz diyince de inanmadı başta. Adam benden daha antin kuntin bi şey bekliyor herhalde, hep en enteresanına hazırlıyor kendini :) "Eveett bugün ipe dizilmiş kuzu boku yiycez" desem şaşırmayacak yani :) Neyse efendim, Büyük Erzurum Sofrası'nda resmen kapıda karşıladılar, muhabbete kapıda başladılar. Çok ilgili ve sıcakkanlı çalışanları. Erzurum'a özgü ne varsa yedik. Ayranaşı çorbası, çeçil peyniri, cağ kebabı, kadayıf dolması.. Her şey gayet güzeldi. O akşam çatlamadıysam başka zaman çatlamam herhalde. Kıtlama çay bile içtim, çok eğlenceliydi :) Bu AKW'den baya puan toplamışımdır diye düşünüyorum, bilemiyorum.

Yemekten sonra sahilde yürüdük, amanın ne kadar kalabalık. Çoluk çocuk kaynıyor, her yerde bir mangal. "Evet buralarda gelir düzeyi düşük kesim olduğu için hım hımmm" diye tespitlerimizi yapmıştık ki, caddebostan'da da aynı manzaraları gördük. Mine Kırıkkanat, o tarafta denize girenler için bir yazı yazmıştı da kadına baya çemkirmişlerdi sözlükte. Görünce kadına hak vermemek mümkün değil. Donla denize girenler, mangal yakanlar, çöplerini ortalıkta bırakanlar, gerçekten fena..

Daha önce hiç görmediğim bi şey gördüm sahilde. Manuel atlı karınca :) Çocuklar biniyor, adam da çevire çevire döndürüyor atlı karıncayı. Çocukken görmüş o, ben ilk defa gördüm. Uçan çocuklar ve çeviren amca:

Genelde o gelmeden önce bi alışveriş yaparım, mutfak alışverişi. Migros'ta daha önceden almayı kafaya koyduğum bir şeyi rafta görünce hatırladım. Dimes Ayva nektarı :) Çok ilginç di mi? Ayva suyu aklımın ucundan geçmezdi. Ayva da pek sevmem, hamile kalırsam çok yiycem ama. İki yanağımda da gamze var, hamileyken ayva yiyenin çocuğu gamzeli olurmuş. Bunu konuşuyorduk işyerinde, arkadaşım senin annen ağacı yemiş herhalde dedi. Benim gamzeler derin biraz.

Neyse, aha budur. Tadı da güzel, ayva sevenlere tavsiye ederim. Bu AKW'nin çok tutulmadığını da belirtmek isterim, ben içtim bi bardak o kadar. Ayvayı gerçekten sevmiyorsanız, olsa da olur olmasa da olur diyebilirsiniz ama denemeden bilemeyiz öyle değil mi? Her şeyi merak ettiğim için bazıları benimle dalga geçiyür.



Pazar günü Validebağ korusuna gittik. Şaşırdıkça şaşırdım ben de bu hafta sonu ama yani ne kadar büyük bi yer, yanıbaşımdaki yerden bihabermişim. İçinde izci kampları yapılırmış, bir kaç tane bina var. Huzurevi, hastane binası, av köşkü (aha aşağıdaki) öğretmenevi, restore edilen bir bina (kasr olabilir, bir şey yazmıyordu).


Bir köy kadar büyük desem abartmış olmam galiba. Bakımsız ama, kurum bağlamış her yer. Çocuk olsam orada oynamaya bayılırdım herhalde, girip çıkabileceğin o kadar çok bina, o kadar çok delik var ki :) Çocuklu aileler vardı zaten çoğunlukla, İstanbul'un göbeğinde böyle bir orman olması ne güzel. Meyve ağaçları, elmalar, armut, erikler, nar ağacı, zeyin ağacı.. Hepsinden var. Koşu yapanlar, bisiklete binenler..



Mahallemi çok seviyordum, bir kere daha sevdim. İçkili bir restoran da var içinde öğretmenevine ait. Bir dahaki sefere kafaları çekmeye gidicez :) Çay bahçesi gibi yerler var farklı yerlerinde 2-3 yerinde. Pide yapılan bir fırın var. Girişteki çay bahçesinin oradaki ağaçlar nasıl ulu, nasıl kocaman görmeniz lazım. Oturduk bir şeyler içtik ağaç gölgelerinin altında, çok güzel esiyordu.

Merope'un pizzasından da yaptık beraber. Şahane bi şey oldu. Beyaz peynir, mısır, sosis, sucuk, kaşar, kırmızı biber, mısır koydum. Bi dahakine üstüne beyaz peynir koymayacağız ama :) Fotoğraf yok maalesef, hemen yutuverdik :)

Bir de tütsü almıştım :) En son çook uzun zaman önce, hatta belki lisede almış olabilirim :) Çilek ve sandal ağacı olanlardan aldım. Çilek: Sevgi ve dostluğun sıcaklığını hissedin, Sandal Ağacı:stresten ve yorgunluktan uzaklaşın yazıyordu. Tamam bunlar bize uygun dedim :) Ve bunları bütün hafta sonu çekmecede unuttum. Daha şimdi aklıma geliyor, nasılım!!!

Bu kadar çok şeyi 1,5 güne (o kadar bile değil aslında, 30 saat) nasıl sığdırıyoruz gerçekten bilemiyorum..

28 Temmuz 2009 Salı

Küpe- kolye saklama kutusu

Bana dağınık diyenin alnını karışlarım. Alın size düzen! :)

Eşyalarım içinde en sevdiklerim de incik boncuklarımdır. Belki benim gibi, küpelerini kolyelerini nasıl saklayacağını bilemeyenler vardır diye yazmak istedim. Ben ne yapsam bu kadar iyi olmamıştı çünkü. Köpüklere taktım, kutulara koydum ama olmadı bi türlü. Ben de böyle bir yöntem buldum. Eminönünde bir kırtasiyeden 3 farklı boyda klipsli torbalar aldık. Hepsini tek tek yerleştirdim torbalara, kullandıktan sonra da mutlaka torbasına koyup kutuya koyuyorum.

Anneee duy sesimi, bak işime gelince eşyalarımı nasıl derli toplu tutabiliyorum hehe :) Sizce kaç poşet var burada?

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Yeşil biber

Pazar sabahı kahvaltıda kendi mahsullerimizden yedik. Balkonda çileklerin yanında bir de biberlerim var. 6-7 sap bi şey. Kendileri çok nazlı olduğu için ektiğimden beri 2 tane biber teşrif edebildiler. Bunları koparmasam daha büyülerdi belki ama dayanamadım artık merak ettim çok fena.

Rengi çok koyu yeşil, acı mıdır diye korktuk ama hiç acı değil, tazecik çıtır çıtırdı. Nasıl bir zevk ya bi şeyi dalından koparıp yemek. Bahçem olsa sevinçten çıldırıcam ben demek ki. Seneye balkonu biberle kaplıycam kesin :)


Bir bilmecem var çocuklar

Sevgili becerikli, yaratıcı arkadaşlarım;

Ben bu sırt antamı çok severdim üniversitedeyken, sırtımda paralandı yani. Çanta sapasağlam ama önündeki kumaş kabardı. Sanki iki katmış da bir katı ayrılmış gibi. Bu haliyle de kullanamıyorum. Buna ne yapılır da kullanılabilir hale getirilir? Spor çanta olduğu için üstüne başka kumaş alıp dikemem, rozet falan takayım dedim o da çok civcivli olacak. Aklına bir şey gelen olursa yazarsa çok sevinirim :)))

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Limonata

Kendisi şu anda yolda olduğundan, buraya yazabilirim diye düşündüm :) Ya insan limonata yapıp bunun sürpriz olmasını ister mi? istiyorum işte, zaten azcık görüşebiliyoruz. Görüştüğümüz zaman da hep böyle sürprizlerle geçsin, şaşırsın, sevinsin istiyorum. Gelince buzdolabını açma sakın diycem :)

Dün geceden limonları şekere yatırdım. 6 tane limonu küçük küçük kestim, yarım su bardağı şekeri üstüne döktüm. Tencereyi de buzdolabına koydum.


Sabah da güzelce sıktım onları. Sonra da tülbentten geçirdim, hiç posası kalmasın diye. Sonra da bi kaç tane nane yaprağı koydum içine. Sürahim olmadığı için kavanoza koydum. Tadı bence çok güzel oldu, bakalım beğenecek mi? :)

Haydarpaşa

Sevinçlerim de mutluluklarım da trenlere bağlı son bir buçuk yıldır. Cuma sevinme, pazar üzülme şeklindeydi artık cuma da sevinemiyoruz, cumartesi akşamına ertelendi kavuşmalar.


Bugün 18.ayı tamamlıyoruz, bi şeyler yazmak istedim. Beni en iyi Haydarpaşa anlar diye düşündüm, yazıyı Haydarpaşa tren garına armağan ediyorum. Sana karşı karışık duygular içindeyim Haydarpaşa.. Canıma okudun 18 aydır. O İstanbul'a gelirken bir kere bile zamanında gelmedi trenler, senin mekanından dört dönüp beklemekten fenalık geldi. Ben İstanbul'a dönerken de hep zamanında Eskişehir'den kalktı trenim. Bu ne yaman çelişki!

Yine de seviyorum seni.. Heybetli duruşunu, denizle iç içe olmanı, önünden kalkan vapurları, etrafında uçan martıları, bana kavuşturup benden ayırdıklarını.. Seviyorum..

24 Temmuz 2009 Cuma

Sıkıldım

Nasıl sıkıldım anlatamam. Bunaldım, çatlıycam orta yerimden gerçekten. Akşam olsa da gitsek. Gözüm hep saatte. 1 saat var. Bloglara bakıyorum, sözlüğe bakıyorum, ekşi duyuruya bakıyorum. Yok anacım geçmiyor zaman. Yapmam gereken bir iş var ama 2 haftadır evire çevire onunla uğraştığım için canım yapmak istemiyor. Sinirim bozuldu zaten, pazartesiyi beklesin. Sıkıntılar basıyo düşündükçe.

En iyisi akşam neler yapacağımı düşünmek. Artık Allah rızası için bi ütü yapmam lazım. Birikti, yığıldı evi ele geçirecek artık ütülenecek şeyler. Eve gidip ütü yaparak huzur bulmak istiyorum. Ne hallere düştüm yarebbimmmm!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Anne deyimleri

Annemin her zaman kullandığı bazı terimler/deyimler vardır. Herkesin annesine has böyle şeyler var di mi? Ben bunlara bayılıyorumm :) Acayip gülüyorum aklıma geldikçe, annem söylerken de gülüyorum. Çok fazla söyleyince ona da komik geliyor :)

* Düdük gibi: aldığım, giydiğim her şeye düdük gibi der. Olmaz yani bi türlü, ne giydiğimi beğenir, ne benim beğendiğimi beğenir. Hepsi ya kısadır ya dardır. Hatun bana laf söyler, kendi de benden farklı giyinmez.

* Saçlarını kurut, yüz felci olursun: bu deyim değil biliyorum ama o kadar yerleşti ki zihinme, saçlarını kuruttan sonra yüz felci olursun geliyor. lisede bir arkadaşımın annesi de "saçlarını kurut, beyin humması olursun" diyordu. artık pek demiyor ama özellikle küçükken, her banyodan sonra söylerdi. Çocukken nefret ederdim saçlarımı kurutmaktan, saçımı kurutmiycam diye ağlarken çekilen bi fotoğrafım bile var :)

* Ele minnet edeceğine çükünü kebap et de ye: buna gerçekten bayılıyorum. Aslında annemin değil, rahmetli anneannemin lafıdır. Hayat felsefesi olması lazım, açıklamaya gerek yok herhalde anlaşılıyor :)

* Azmış baş getirmiş: en güzelini sona sakladım, en çok buna gülüyorum. Yazarken bile kahkaha atıyorum. Baş getirmiş ne demek yaa :)) Bu da azmış, kudurmuş demek işte. Genelde benim için kullanılyor hahah :) İstekleri bitmiyor, sürekli bi baş kaldırma halinde anlamlarına gelebilir sanırım.

Lazca olanlar:

Annem kendi kültürüne çok sahip çıkmayan bir laz kızı. Ben anne bana lazca bi şeyler öğret dedikçe amaann diyip geçiştirir. Ama arada bir kullandığı şeyler var:

* fuşki ye: hayvan boku demek efendim fuşki, anne yaratıcılığına eşsiz bir örnek. Hopa dolaylarında kullanılıyor ama, başkalarından da duymuşluğumuz var.

* lali, afkurma: hoşt, havlama demek bu da. Genelde ısrarla bir şey istendiğinde veya hoş olmayan uzun konuşmalar yapıldığında, yeter artık sus anlamında kullanılıyor.

Yine aklıma gelirse yazarım. Siz de yazsanız ne güzel olur:)

Bu aralar Seviyorum - Sevmiyorum

- Çalışmayı SEVMİYORUM nihahah ne kadar enteresan di mi? Bu aralar sidik zoruyla iş yapıyorum resmen.

- Apartmanı temizleyen amcayı SEVİYORUM. Her sabah işe giderken, "Günaydın" diyorum. "Günaydın, hayırlı işler" diyor. Hiç aksatmadan, her sabah mutlaka söylüyor. Hayırlı işler ne güzel bir temenni di mi? Hayırlı kelimesi belirli bir zümrenin tekelinde olduğu için genelde çok kullanmıyorum, duymaktan da pek hoşlanmıyorum sanki. Ama sabahları işe giderken, yeni bir iş gününe başlarken amcanın bu sözle beni uğurlaması beni mutlu ediyor.

- Hello Kitty'i SEVİYORUM. O şapşal, çaresiz ifadesine bayılıyorum. Hello Kitty'li eşyalarımın bir fotoğrafını çekip yazı yazıcam bi ara.


- Erkan Oğur'u SEVİYORUM. İki gündür aralıksız onu dinliyorum. Nazım Hikmet Akademisi'nde ders verecekmiş. 4-5 kişi alınacakmış sınıfına. Arada gitsem kapıdan baksam ne olur sanki. Şöyle bir açıklama var sitede :

"Nâzım Hikmet Akademisi, kendi eğitimini “yüksek lisans” düzeyi olarak tarif ediyor. Yani, ilgili bölümlerde lisans eğitimi almış arkadaşlarımızla buluşmayı hedefliyoruz öncelikle. Ama bu tek şart değil. Bu ülkenin eğitim sisteminin ne denli çarpık olduğunu biliyoruz ve sanat alanında veya sosyal bilimler alanında üretme, düşünme, öğrenme çabası içinde olanların önemli bir kısmının üniversite dışında kaldığını da biliyoruz. Bu nedenle, bu çabasında bizimle birlikte yürümek isteyen tüm dostlarımıza açıktır Nâzım Hikmet Akademisi."

Bir arkadaşımın söylediğine göre TKP'nin işleriymiş bu işler. Beni zaten akademiye almazlar, "kapitalizme ruhunu satmışsın sen maaşlı köle" diyip kapıdan kovalarlar muhtemelen. Kardeşim İstanbul'da yaşasaydı kapıda yatardı eminim. Metal camiasının Türk Müziği'ni keşfetmesi için ilk adım bence Erkan Oğur. Seven olursa ondan sonra seviyor.

Eskişehir'de konserine gitmiştim. Çaldığı çoğu türküyü (deyiş hatta, genelde deyiş çaldılar) bilmiyordum! Çok büyük bir hayranlık besliyorum adama karşı, öyle böyle değil. Şu Sezen Aksu ve arkadaşları konserlerinde o da varmış ama ben kendi konserine gitmeyi tercih ederim. Bir ara yakalamak lazım.

- Sana bu ara baboş canım, üzgünüm :) ama bir kaç dize yazabilirim senin için

Ne sikimsonik bi icattır bu facebook
Sayfanda gördüm bir yamuk
Hemen cumartesi olsun
Gönlümü al çabuk

Hahaahahh ay ne eğlenceliymiş, ilk mani denememdi sayın seyirciler :)

Host ve Hosteslik (Otobüs)

Böyle bir MYO bölümü varmış. Cv'lerin birinde gördüm gerçekten çok şaşırdım. Bölümle ilgili açıklamalar da şahane :) host ve hosteslik(otobüs)

Gülücem gülemiyorum. bu da bir meslek nihayetinde ama 2 yıl boyunca ne öğretiyorlar ki? Özel olarak otobüs için kurulmuş bir bölüm bir de. Sınavlarda ne soruyorlar mesela? Çok fena geyik döner bunun üstüne ama yapmayalım, çok ayıp.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Kıskandım!

İnsan Ferhat Göçer'i kıskanır mı ya? Yemin ederim adamı kıskandım şu anda, ne kadar güzel bir orkestrayla söylüyor adam. Arkasında kaç tane yaylı, kaç tane nefesli var. Hasetimden orta yerimden ayrılacağım. Allahım ne olur, bir gün ben de arkamda böyle biir sürü türk müziği enstrumanıyla bir şarkıcık söyleyebileyim.

19 Temmuz 2009 Pazar

Çantamda neler var?


Merope yazmış, ben de cevap veriyorum. İşte çantamdaki kıvır zıvırlar :

Hello kitty'li cüzdanım, pembe kabın içinde güneş gözlüğüm, dudak parlatıcısı, selpak, ıslak mendil, usb, krem (biraz büyük ama bu ara favorim bu, çünkü simli :) ) diş fırçası, diş macunu, lens kabı, lens solüsyonu, parfüm (body shop white musk), key performance indicators kitabı (nasıl da çalışıyormuşum gibi bir izlenim verdim di mi), mp3player, işyeri kimlik kartı, şeker (rocco), sakız (first), ve son olarak yeni favorim ayakkabı içine yapıştırılan silikonlar, benim gibi ayakkabılarıyla sorunu olanlara tavsiye ediyorum. watsons'da satılıyor. ayakkabının ayağı vuran, kesen yerlerine yapıştırıyorsunuz. Miss :)
Çocuk çantası gibi pembe renk hakim görüldüğü gibi, sinir oluyorum kendime bazen :)

Çocukluk fotoğrafları


Bu benim bir yaşındaki fotoğrafım. Kitaplarımı kitaplığa yerleştirmek için kolilerimi açınca arasından eski fotoğraflarım çıktı.. Çok mutlu oldum. Bu fotoğrafı çok seviyorum, kumdan ayaklarım yanmış. suratım o yüzden ekşiymiş :)


Bu serseri de kardeşim. Babamın kasketlerini çok severdi, onları kafasına takıp evde gezerdi. Bi de sürekli olarak masaya çıkardık biz, nedenini bilemiyorum :) Salondaki ve oturma odasındaki masalar en sevdiğimiz oyuncaklardı :)

Benim fotoğrafım çekileli tam 25 yıl olmuş. Evdekilerle aramız çok bozuk bu aralar, 25 yıl önce benimle ilgili neler hayal ediyorlardı acaba?

Kaş-2.bölüm

Çarşambadan devam ediyorum.. Yazdıkça tekrar fark ediyorum ne kadar çok gezmişiz. Çarşamba günü de kahvaltıdan sonra yola çıktık, kahvaltı fotoğrafını göstermek istiyorum ama size.. Denize karşı ne güzel di mi?


Otelden çok memnun kalmadık, oda ve banyo çok küçüktü. Otelde asansör olması çok önemliymiş, bu tatilde bunu anladık :) Başka biri gittiği otelle ilgili bunları yazsaydı, aman bi boku beğenmiyo derdim. Duşakabin'e resmen sıkışıyorsun, banyoya girip tuvalate oturduktan sonra kapıyı kapatabiliyorsun, o kadar fenaydı yani :) Aqua princess otelin ismi, ama büyük ihtimalle bütün oteller böyleydi fiyat aralıkları aynıydı çünkü.

Neyse, Patara'ya gittik. Israrla müze kart almadığımız için üzüldük ama hala almıyoruz :) Tarihi eserlerin arasından geçen bir yolla kumsala ulaşılıyor. Göz alabildiğine kum her yer, upuzun bir kumsal. Ama deniz felaket bulanık, her yerde yosun var ve dalgalı.


Kekolar burada da plajın işletmeciliğini yapıyorlar. Plaj sektörü kekoların elinde her yerde. Tatilde o kadar yere gittik tek kumsal burasıydı. Çocuk gibi kumlarda oynadık her yerimize kum kaçtı :) Kale yaptık, baraj yaptık, antik tiyatro yaptık kumlardan.

Buradan Ölüdeniz'e gittik. Ben unutmuşum tatil yerlerindeki kalabalıkları, anam kaynıyor her yer. Ölüdeniz çok güzelmiş, gerçekten çok beğendim. Deniz şahane, etrafı çok güzel, tepede yamaç paraşütü yapanlar var. Plaj işletmecisi kekolarımız burada da bizimle. Burada maalesef paylaşabileceğim fotoğraflar çekmemişiz. Fethiye'ye de gittik, o kadar büyük bir yerleşim merkezi beklemiyordum, şaşırdım. Burada ve başka küçük beldelerde gördüğümüz Türk Hava Kurumu irtibat bürosunun fotoğrafını çektik. Burada ne iş yapıldığını bilemiyoruz :)





Perşembe günü denizde zaman geçirdik. Kaşım restorant diye bi yere gittik, çok beğenilmedi. Bence gitmeyin :)

Cuma tekne turuna gittik. Tur satıcıları da emlakçılar gibi, ne dese yalan çıkıyor. Tur şirketinde teknenin altı camlı demişti bize turu satan zıpır Fahri :) (Hepsinin öyle olduğuna eminim, mesleğin temel şarı bu herhalde. Ama çok ilgili ve sıcak insanlar. Tur rehberimiz de çok iyiydi. Giderseniz bir sürü tur şirketi içinden onları seçebilirsiniz. Xanthos ismi. )Ben de teknenin ortasında bir cam var oradan bakılıyor sanmıştım. Teknenin iki yanında toplam 4 tane kare cam var üstü de kapakla kapatılmış :) Zaten teknenin altına bakmaya pek gerek yoktu denizin dibi görünüyordu. Kaleköy(Simena), Tersane, Batık şehir, korsan mağarası gibi hem tarihi yerleri hem doğal güzellikleri içeren bir gezi oldu. Simena'da mola verdik.

Köyde toplam 300 kişi yaşıyormuş. Kışın 150 kişi kalıyormuş, karadan ulaşım yokmuş. Tepede bir kale vardı ama o sıcakta çıkamadık.



Akşam 7 gibi Kaş'taydık. Yine Çınarlar'da yedik yemek, eğer giderseniz burayı da kesinlikle tavsiye edebilirim. Taş fırın'da pizza :)

Cumartesi maalesef son günümüzdü, akşam son bir defa rakı içelim dedik. Smiley's restorant diye limanın sonunda bir yere gittik. Kaş'taki esnaf istisnasız güler yüzlü ve ilgili. Burada da aynı şey oldu. Ben tava balığı isterim diye tutturdum, Kaya Sokar'ı diye bir balık getirdiler, şahaneydi. Sonradan sözlükten öğrendim ki Kaş'ın meşhur balığıymış, kayalıklarda yaşarmış, yosunla beslenirmiş. Tutarken dikenleri batınca yakıyormuş o yüzden ismi sokarmış.

Kaş'ın suyundan içen buradan kopamaz dediler, biz de gittik çeşmesinden su içtik. İnşallah yine gidebiliriz :) Otele dönerken her gün önünden geçtiğimiz seramik galerisine girdik, daha önce girmediğimiz için çok üzüldüm. Hem de o gün gündüz ufak bir eğitim varmış. Herkes kendi kupasını yapıyormuş seramikten. İçeride tabaklar, fincanlar, vazolar bir sürü güzel el yapımı şey vardı. Sanaçtının adı Sibel Düzel, sitede ürünleri var.

Pazar sabahı erkenden yola çıktık. Giderken kaymaklı lokum yediğimiz için dönüşte Cumhuriyet sucuklarından sucuk aldık.

Gitmeden önce herkes Kaş'ta sıkılırsınız bir hafta demişti ama bir haftamız daha olsa yine de sıkılmazdık.. Gitmeyi düşünenlere, tatil anlayışı yeni yerler görmek, yüzmek, içmek olanlara tavsiye edebilirim. Ama gidecek bir tane bile gece klübü yok. Canlı müzik yapan rock barımsı yerler var. tatil anlayışı sabah kadar içip, akşamüstüne kadar uyumak olanlar gerçekten sıkılabilir. Bir de arabayla gitme imkanı varsa, arabayla gitmek gerçekten iyi olur. Arabamız olmasaydı biz de bu kadar yer göremezdik.

Sonuç olarak çok güzel bir tatildi, yine olsa da gitsek keşke :)

Unutmuştum, hatırlattı. harita ile ilgili gerçeği açıklamalıyım bebeyim. Tatil boyunca haritayı kullandık, nereye gidersek gidelim ben arabaya bindim onu açtım, oradan baktım. Ama asıl olarak Kaş'a giderken ve Kaş'tan dönerken işimize yaradı. Kendisi planlı programlı bir insan olduğu için, tatilden önce oturmuş alternatif yollar içinden en uygun olanını seçmiş. Harita da sayfa sayfa. Yani Eskişehir Kaş arasında Afyon Isparta falan geçiliyor. Toplam 3-4 farklı sayfaya bakıyorsun. Biz hep mavi yoldan gidiyoruz. Sürekli ben de o anayolmuş gibi mavi yol, mavi yol diyorum. Haritanın açıklamalarına bakıyorum, mavi yolla ilgili bi açıklama yok. Hani bu güzergah için ana yol buysa dedim bi ara içimden, o yüzden işaretlenmiştir. Ama başka sayfalardaki yollar sarı ve yeşil, hiç başka mavi yok.

Tatil bitti dönüyoruz, ben yine mavi yol dedim. Artık dayanamadım bu niye mavi ya açıklama falan da yok dedim. "ONU YOLA ÇIKMADAN ÖNCE BEN ÇİZDİM KEÇELİ KALEMLE" dedi. Aydede'nin gerçek isminin ay olduğunu öğrendiğimde bile bu kadar üzülmemiştim herhalde :) Hiç aklıma gelmedi böyle bi şey :))))

İşte meşhur harita, işte o mavi yol :)

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Kaş-1.bölüm

Efendim, anlatmaya başlıyorum. Son derece merdivenli otelimize cumartesi akşamı yerleştik hiç dışarı çıkamadan uyuduk bütün gece.

Pazar gününü denizde geçirdik. Ben pehlivan gibi bütün gün (bütün tatil) 50 faktörlü koruma kremlerinden sürdüm. Güneşten sonra kaşınıyorum ve kabarıyorum, yüzümde lekeler çıkıyor pek yaramıyor bana yani.. Ben yıllardır Akdeniz'de tatil yaptığım için Ege'nin denizi bana çok soğuk geliyor. Bu sefer deniz sıcak olur diyordum ne de olsa Antalya'dayız. Yok anacım ne mümkün, burada da akıntı varmış buz gibiydi deniz. Ama çok güzeldi :) Gerçekten çok güzeldi, gözlükle denizin dibini izlerken bile en az 4-5 çeşit farklı balık görebiliyorsunuz.

Pazar akşamı ilk defa dolaşmaya çıktık. Kaş küçücük şirin bir yer, bayıldım ben. O akşam yanık dondurma diye enteresan bi dondurma yedik. Kazandibinin yanmış yeri tadındaydı. Bu ilginç dondurmayı büfe tarzı minicik bi dolabı olan bi yerden bulmamız da çok enteresandı.

Çınarlar pizza diye bir restoran bulduk. Aslında fırın burası, her türlü şey var ama pizza ve pideleri muhteşemmiş. Kendi kendimize böyle bi yer bulabildiğimiz için çok sevindik :)

Pazartesi günü ben azcık kurtlandım. Gelmeden önce gezi rehberinden civardaki her yeri öğrenmiş. Kaş'a 20dk uzaklıktaki Kaputaş plajına gittik. Yol kenarına arabaları park edip, 100civarı basamaktan aşağı inilerek plaja ulaşılıyor. Bu tatilde o kadar yer gezdik, en çok bu plajı sevdim. Renge, güzelliğe bakar mısınız? Yalnız plaj kumsal gibi görünüyor ama değil, küçük çakıl taşları var. Denize girmek de çıkmak da çok zor :)

Bunu yazmadan geçemiycem. Ben haşlanmış mısıra bayılırım. İstanbul'da da bugüne kadar çok güzel mısır yemedim hiç. Tatil yerlerinde genelde güzel olur, denizde dolaşıp satarlar hani. Bu plaja gelince de ben kesin vardır dedim, yoktur dedi benimle iddialaştı. Merdivenleri yarıladık bi baktım bi amca bi teyze dükkan gibi bi şey yapmışlar oraya, teyze gözleme yapıyor ve bir tencerede de mısırlar var. Zafer benimdi :)



Hazır yolu yarılamışken Kalkan'a gidelim dedik. Kalkan da güzel bir yer, Kaş'tan da küçük. Orada da denize girdik, burası halk plajı. Başka da denize girilecek bir yer göremedik. Aynı çakıllı durum burada da vardı. Deniz çok güzel ama yine, berrak ve buz gibi.

Salı günü otelin oralarda yüzerken. (sıra sıra oteller var, bizimki sıranın en sonunda) denizde otellerin başladığı yere doğru yüzelim dedik. Genelde deniz kayalık, merdivenle giriliyor her yerden. Yana doğru yüzüyoruz yani, küçücük bir çakıllı düzlük var. Bu da küçük çakıl plajıdır diye dalga geçtik. Sonradan öğrendik ki gerçekten küçük çakıl plajı :) 10metre uzunluğu ya var ya yok :)


Küçük çakılı keşfettikten sonra büyük çakıla gittik. Orası da arabayla bir viraj geçtikten sonraydı. Deniz yine aynı, dibi görünüyor, masmavi, temiz. Maalesef fotoğraf çekmemişiz..

Akşam da yine büyükçakıl'a gittik balık yemeye. Beraber geçirdiğimiz en güzel akşamlardan biriydi... Güneş batarken gittik, hava karardı. parlak ışıklar yok, masaları mumlar aydınlatıyor. Ortam şahane, herkes kısık sesle konuşuyor.. Fonda fasıl şarkıları çalıyor, bir tarafımızda mis gibi deniz, diğer tarafımızda ormanlar.. Rakılar geldi, hiç baş başa rakı içmemişiz.. Garsonlar çok ilgili, mezeler şahane, balıklarımızı yedik. Karpuz ve kahve ikram ettiler. Biz ayrılmaya yakın arkamızdaki masa doldu. Kaş, tiyatrocular tarafından tatil için baya tercih ediliyormuş. Bir kaç tane dizi oyuncusu gördük :)
devam edeceğim..

16 Temmuz 2009 Perşembe

Kaş Yolculuğu

Geçen hafta Kaş'taydım. Tatilden döneli uzun zaman oldu bir türlü yazamadım depresif hallerimden kurtulamadığım için. Yolculuktan başlayacağımmmm.

Cumartesi sabahı 7 treniyle Eskişehir'e gittim, yol hemen de bitiverdi :) İndim garda bekleyenim var, arabaya bindik, yola çıkmaya hazırız. Önceden sözü vardı ama ben şaka sanıyordum gerçekmiş. Kocaman bi kapta buz gibi, kıpkırmızı karpuzlar vardı. Hemen yuttum bi kısmını :)) Araba hareket halindeyken karpuz yiyen ve sevgilisine yediren ilk insan olarak tarihe geçtim :)



Neyse, yola çıktık. Navigasyon programı yüklemiş telefona abla anlatıyo, sağa dön sola dön diye onu dinleye dinleye gidiyoruz derkeeeen telefonun şarjı bitti :) Arabaya takılan şarj aletini evde unutmuş. Ben yapsam hadi neyse, olmadı, yakışmadı. Bu sefer güldürmedi.. (çok seviyorum bunu ya :) )

Afyon'da mola verdik. Kaymaklı lokum kavramını bilmiyormuş, bi insan bunu bilmeden nasıl yaşar ya! AKW sayılır bu da büyük ihtimalle, listede yer alan tüm AKW'leri tahtından ederek bir numaraya yerleşti diye düşünüyorum. Yola çıkarken de zaten Varan'da durup lokum yeme hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Boşuna o kadar söylemediğim anlaşıldı.

Ben çok eğlendim yolda, araba kullanmadığım için. Çok sıcak da gelmedi, yolu büyük kısmında deli gibi yağmur yağdı zaten. Ve yolculuğun en şahane kısmı kaplumbağaya geliyoruz :)

Şehirlerarası yola çıkarken hep kaplumbağa, sincap, tarla faresi gibi şeyler göreceğim aklıma geliyor. Çok seviniyorum. Bu yolculukta da inşallah kaplumbağa görürüz diyordum. Birden durdurdu arabayı, bi baktım kocaman bi tane karşıya geçmeye çalışıyor. Aldı karşıya geçirdi, ben hemen salatalık kabuğu yiyolar diye salatalık verelim dedim. Yemedi nankör, ne kadar çabaladığımı görüyorsunuz. Bizden korku herhalde, kafayı gömdü içeri. Biz gidince de tırıs tırıs gitti, nereye gidiyorsa. Dağ taş hep aynı.



Yolun sonuna doğru artık bir-iki saat kalmışken bir yol ayrımına geldik. Haritadan bakıyoruz (haritayla ilgili tatil sonunda öğrendiğim bir gerçeği dönüş yolculuğuna yazıcam, hala hatırlayıp gülüyorum :) ) iki seçenek var ikisi de km olarak aynı gibi duruyor. Birinde manzaralı yol diyor, diğeri normal insan yolu. İnsan olan ondan gider yani. Biz tabii ki diğerini seçtik pikaçu.

Aboovvv nasıl viraj nasıl viraj, yemin ederim midem bulandı. Aha aynen böyle, bi taraf uçurum ama. Sonradan öğrendik ki diğer yol da virajlıymış zaten.


Kaş resmen dağların arkasına saklanmış. Kaş'a gelene kadar en ufak bir yerden deniz görünmüyor. Bi anda da bi anda (bkz:sinoplu teyze) hoop bir dağın tepesinden Kaş'ı görüyorsun. Şahane bir manzara. Bu kadar yol teptik ama değecek herhalde diyor insan.