27 Ocak 2009 Salı

Canım Ailem

Salı akşamları televizyon seyretmek için bir sebebim var! Süper Baba vardı ben küçükken, cuma akşamlarını dört gözle beklerdim. Canım ailemi onunla karşılaştırmıyorum aslında, Süper Baba'da çok üzüldüğüm sahneler olmuştu (Fiko'yla Nihat'ın kavga etmesi mesela hala aklımdadır) ama Canım Ailem'de üzücü bi şey bile olsa üzülemiyorum nedense. Hemen tatlıya bağlanıveriyor sanki kötü olaylar.

Feride'ye ayrı, Meliha'ya ayrı hastayım. Feride gibi kımıl kımıl, işveli bi hatun olmak isterdim. Bakışlar, gülüşler harika gerçekten. O öküz nişanlısına nasıl dayanıyor hayret ediyorum. Meliha tam mahalle ablası, böyle kek yapıp kapısına dayanasım var. Dedikodu falan yaparız. Samim'e söveriz. Karakterlerden gerçekmiş gibi bahsediyorum, evet ben de farkına vardım :)

Samim şahane, Mertcan çok sevimli. Akşam olsa da izlesek!

banliyö treni

Hayal meyal hatırlıyorum babamla banliyö trenine bindiğimizi. O zaman şehirlerarası yolculuklarda tren kullanmıyorduk, ya arabamızla giderdik ya otobüsle. Trene ilk binişimdi galiba, o yüzden çok mutlu olmuştum.

Üç yıldır Eskişehir- İstanbul seferlerim için tren kullanıyorum, artık tren raylarına alıştım. Ama banliyö trenine çocukluğumdan beri binmemiştim. Geçtiğimiz hafta sonu Kadıköy'den Göztepe'ye gitmek için bindik, çok eğlenceliydi.

Bu fotoğraf da Haydarpaşa tren garında, banliyö trenlerinin kalktığı yerdeki binanın fotoğrafı. Sarmaşıklar ne kadar güzel di mi?

takıntılıyım

Soru eki ve bağlaçların yazımına takmış durumdayım. İlkokulda öğrenilen basit bir şey, insan bunu nasıl öğrenemez ya!! Çıldırıyorum görünce gerçekten, okumak istemiyorum ama gözüme batıyor. Bi tek ben mi takıntılıyım bu konuda? Tamam yani benim de harika bir üslubum yok, yazım hataları yapıyorumdur ama en azından soru eki nedir, bağlaç nedir biliyorum.

Taaa eskiden beri bu konuya kafa yorarım ama şu facebooktaki fotoğraf altı yorumlarına bakıyorum da, gençlik gayet gamsız bu konuda. Tek kıl benim herhalde!

21 Ocak 2009 Çarşamba

Sol anahtarı

İlkokuldayken piyano çalıyordum. Klavyeyle başlayan sonra piyano ile devam eden bir- iki yıllık bi maceram oldu. O zaman sokakta oynamak evde kargacık burgacık notalara bakıp, hiç zevk almadığım klasik müzik parçalarını çalmaktan daha cazip geliyordu. Gittiğim kurs sayesinde Susam Sokağında oynamışlığım ve hatta Kayahan'ın albümlerinin yapıldığı stüdyoda kokulu kulaklıkla şarkı söylemişliğim vardır. Kokulu kulaklık diye bi şey vardı yemin ederim, kafam o kadar küçüktü ki oradaki kulaklıklar bana olmuyordu, sonra başka bi tane bulup getirmişlerdi. Bi ara da ilkokulda ne kadar küçük olduğumu anlatan bi yazı yazmalıyım galiba! Sonra Anadolu Lisesi sınavı, evde piyano olmaması gibi sebeplerle piyano olayına veda ettim. Bir iki yıl sonra da evde piyano düşünebileceğim bir ortam kalmamıştı zaten.

Ortaokul, lise yıllarında müzikle alakam çevreden duyduğum "Aaa senin sesin güzelmiş" cümlesinden öteye gidemedi.

Üniversitede koroya katılmak istedim, istedim istedim bi türlü fırsat yaratmadım, gidip sormadım. 4. sınıfın başında Halk Eğitim Merkezi'nin önünden geçiyordum, "Halk Müziği Korosuna koristler alınacaktır" ilanını gördüm. İçeri girip sordum, hemen o hafta derslere gitmeye başladım. Bir kaç haftalık dersten sonra, bir sınav yapıldı. Veee koroya girmeye hak kazandım :)) O yıl hiç devamsızlık yapmadan derslere devam ettim, o kadar mutlu oluyordum ki final döneminde bile gittim koroya. O yılın sonunda okulum bitiyordu ve Ankara'ya dönecektim, prensip olarak koroda bir yılını doldurmayanlar konserde solo söyleyemiyordu ama hoca benim devam durumumdan duyduğu memnuniyeti bana konserde solo vererek belirtmişti :) (sınıfta yaptığı konuşmada, özverili çalışmam için teşekkür ederek, bu kuralı bir defaya mahsus benim için bozduğunu söylemişti, ne kadar mutlu olmuştum) Sahnede heyecandan dizlerimin nasıl titrediğini "Allahım eteğim sallanıyor, herkes dizlerimin titrediğini görüyor" diye nasıl endişelendiğimi hatırlıyorum.

Bu anlattığım olay 2003 yılında oldu, 2003'ten beri Halk Müziği korosundayım. Baya türkü öğrenmişimdir herhalde 6 yılda. Armoni falan bilmiyorum ama müzikle ilgili bazı mevzulara uyandığımı söyleyebilirim. Daha çok bilmek, daha çok anlamak isterdim. Aslında koro hocamız şan ve solfej dersi de veriyor ama onlara da katılmak istersem haftaiçi neredeyse bütün akşamlarımı koroda geçirmem gerekecek.

Sahnede olmak çok güzel, amatör olarak bile olsa gerçekten çok güzel.. Salı akşamı konserimiz vardı. Konserden önce salonun ne kadar kalabalık olduğuna bi bakarız mutlaka, sahnedeyken ışıklar yüzünden izleyiciyi göremiyorsun. Salon kalabalıksa süper, boşsa fena.

Güzel oldu konser, Edirne yöresi konseriydi. Biz söyledik, tiyatro gösterisi ve halk oyunları vardı. Bir kızla erkeğin aşkının köylüler tarafından öğrenilmesi, kız isteme, kına, düğün, maniler.. Normalde sadece koro konseri olduğunda, konser biter sahneden inersin ama bu başka türlü konser olduğu için biz de tiyatrocu gibi selam verdik, en eğlenceli kısım orasıydı..

20 Ocak 2009 Salı

ah splinter sen nelere kadirsin!

Beni aylardır kanser eden sevgili internet bağlantımla ilgili problem giderildi. Yöneticinin kapısında bi şeyler konuşurken bir komşumla tanışmıştım. (artık kapılarda tanışılıyor ne garip, oysa ailemle taşındığımız iki evde de komşular bize hoşgeldine gelmişti) Dün o bir splitter getirerek bağlantı kopması olayını çözüverdi. Dün gece odaya gidip gidip baktım modeme, bütün ışıkları yanıyordu! Vallahi şahane :)

Kardeşimin bu splitter' la ilgi yazdığı bir yazı vardı, biraz uzun ama okuduktan sonra splinterın nereden geldiğini anlayacaksınız :)

http://berkay64.blogspot.com/2008/07/bir-splinter-hikayesi-part1.html
http://berkay64.blogspot.com/2008/07/bir-splinter-hikayesi-part-2.html

17 Ocak 2009 Cumartesi

aile saadeti

Ankaradayım, oh ne mutluluk. Kardeşimin odasındayız, Magick'in yeni şarkılarından birini dinletiyor bana, hohoho herkesten önce ben dinliyorum işte :)

Babam az önce bize bi tabak kestane getirdi. Kabukları bile soyulmuş, aileyle yaşamak bu dedim ya. Valla bak, kestane ayağına geliyor bi de soyulmuş yani!

Kestanenin dışındaki kabuğu soyarsın da hani bazen hepsi soyulmaz kıllı tüylü bi kısım vardır içinde, o kestaneye yapışır kalır. Öyle bi tane tam soyulmamış kestane denk geldi az önce. İşte bu ya mutluluk, kestanenin tüylü kabuğu!

16 Ocak 2009 Cuma

istiyorum istiyorum

1. nefes almak istiyorum, yoksa burnumu aldıracağım kararımı verdim. madem kullanamıyorum taşımanın bir anlamı yok öyle değil mi?
2. ankaraya gidiyorum bu akşam, yol çok gözümde büyüyor. gözümü kapatıp açınca ankara'da olmak istiyorum.
3. pazar akşamı istanbul'a dönmek istemiyorum. hem ankara'daymışım gibi hissetmek, hem de istanbul'da olmak istiyorum.
4. flütü elime alınca süper ötesi muhteşem sesler çıkarabilmek istiyorum, evet hemen istiyorum.
5. evimde hayvan beslemek istiyorum ama işemesin, kaka yapmasın istiyorum.
6. evim çok temiz olsun istiyorum ama bi taraftdan da gönlümce dağıtabilmek istiyorum.
7. kira ödemek istemiyorum! yurda mı çıksam acaba?
8. kod yazmak istiyorum, yazabilmek istiyorum. if döngüsü kurabilmek istiyorum, variable tanımlayabilmek istiyorum.
9. yüksek lisans diplomamı evimin kapısı dahil yaşadığım, bulunduğum her yere asmak istiyorum, diploma numarasını dövme yaptırmak istiyorum, görgüsüz gibi ben yüksek lisansımı bitirdim diye bas bas bağırmak istiyorum. bunları yapabilmek için önce tezimi verebilmek istiyorum.

burada saçmalamayı çok seviyorum ben ya :)

14 Ocak 2009 Çarşamba

nefes almak istiyorum

verem oldum galiba diyorum herkes gülüyor bana, bir haftada insan iyileşemez mi ya? hala burnumu çekiyorum, hala öksürüyorum. yetti len artık!

9 Ocak 2009 Cuma

virüs girdi böyle oldu

uzun zamandır işyerinden ne bloga ne sözlüğe girilmiyordu. her şeyi engellemişti sevgili bilgi işlem müdürlüğümüz, bir kaç gündür sözlüğü açabiliyordum ama login olamıyordum. bugün onu başardım. Bloga bakayım açılmış mı dedim, valla o da açılmış. en azından şimdilik!

birkaç gündür herkesin bilgisayarında virüs var. itiraf ediyorum ben yolladım o virüsü. ekşi sözlükle, bloggerı gösteren virüsmuş o. inşallah hep kalır sistemde.

Kadıköy'de Engelli Koşu

Bir eniştem var, teyzemin eşi. Korkardım çocukken, biraz fazla disiplinlidir. Ama bir taraftan da hayranlık duyardım, çok okur çok araştırır. Teyzemle beraber, tanımadıkları apartmanların kapısına Cumhuriyet gazetesi bıraktıklarını falan biliyorum. Öyle de tatlı insanlardır.

“Sağdan gidilir, soldan gelinir. Bir tek inekler bunu bilmedikleri için onların bulundukları yerlerde demirler olur, yolları ayırmak için” derdi. Yolda yürüyemeyen, yaya trafiğini bozan insanlar görünce sinirlenirdi.

Ankara’da da metro var ama İstanbul’daki gibi ben kenarda durayım da acelesi olanlar hızlıca geçsin gibi bir mantık yok. İlk gördüğümde tam Türkiye’ye göre demiştim, çok iyiyiz ya zaman yönetiminde!

Salı akşamları ve Cuma akşamları Kadıköy’de rıhtımdan Bahariye’ye doğru depar atan birini görürseniz o benim! Derse geç kalıyorum diye koştura koştura gidiyorum, gitmeye çalışıyorum. Yahu bi insan gibi yürüyün! Salınmayın yolda, ben koşturuyorum pardon diyip yürümeye çalışıyorum. (özellikle Cuma akşamları inanılmaz kalabalık oluyor) çok enteresan bi şey söylemişim gibi yüzüme bakıyorlar. Çekilin len! :) sağdan gidin soldan gelin işte, ne var yani!