31 Mart 2009 Salı

canım ailem, yine

bu diziyi izlerken sefil evimde çok yalnız hissediyorum kendimi ya. her akşam evde yalnızım ama salı akşamları resmen koyuyor. ev arkadaşım falan olmadığı için buraya saçmalayacağım çok üzgünüm :) bunu yapmak zorundayım gerçekten, çok ihtiyacım var :)

gülben ergen oldu mu ya dizinin sonunda? allahaşkına o kadar şarkıcı içinden onu mu buldunuz bula bula. nasıl sinir oldum anlatamam. bir anda soğudum diziden, yazacağım her şeyi unuttum şerefsizim. sesin güzel değil, elektronik melektronik yap işte illa bi şey yapacaksan. o bet sesiyle bi de akustik miydi neydi şarkı, neyine senin kadın? sinirden sesini kapattım televizyonun.

her kadının hayali bir halim sanki, böyle adamla evlenilmez mi ya kızın gözünün içine bakıyor, sadık, dürüst, sözünün eri diyorum. acıyor muyuz yoksa halim'e? herkes hayatının bir döneminde halim mi oluyor, ondan mı bu sempatimiz? kendimizi onun yerine mi koyuyoruz? o nasıl delirme sahnesiydi ya bayıldım, insan bu kadar gerçekçi delirebilir mi? sinirlenip masaya vurduğu sahnelerde cam kırılacak sandım. hayatta her şey oluyor, sevdiğin insan başkasını sevebiliyor, hiç üzmem dediğin insanın canına okuyabiliyorsun. hiç bi konuda büyük konuşmaya gelmiyor yani.

kenan tam sopalık, bi saat önce gelen müşteriye canım demek de neymiş! valla sokarım o solaryuma, eddie murphy olana kadar çıkamaz ordan. feride'nin gazabından kurtuldu bu seferlik. kesin bu solaryuma gelen kızlara falan asılır, feride basar bunu. yılışık, beceriksiz, yalancı, ana kuzusu ne biçim karakter di mi? göz göre göre aliyle halimi hastanelik etti. tam şambalak adam ya kavgayı bile ayıramıyor.

feride'ye bayılıyorum ne tatlı bi karakter o ya, o "kurban olurum" dedikçe içimin yağları eriyor. benim de öyle ablam olsaydı keşke ne güzel. kocaman gözleri var, bütün güzeller zayıf olur tezini çürüttü sanki. bana mı öyle geliyor? neyine aşık oldun şu kenan'ın anlamadım ki, karaktersiz adamın teki, insanın gözüne yakışıklılığı da görünmez ki. ben olsam çoktan soğurdum, ağzına da sıçardım valla. iki dakka erkek gibi davran ulen diye. nası kinlenmişsem yalnız dizi karakterine hahahah, anneanne gibi gerçek sanıyorum ben bu diziyi, valla bak.

ali mıymırığına bi şey diyemiyorum. kenan'dan beş kuruş fazla etmez. cesaretin yok diye kızı yolladın nikaha, delikanlılığı kız yaptı evlenmedi. sen hala godoş gibi gidip halim'e seyhan nerde diyorsun. sen aynı boku yaşamadın mı, nişanlın seni aldatmadı mı en yakın arkadaşınla. hadi aşık oldun diyelim, delikanlı gibi çekip gitmek yerine seyhan'ın delikanlılığının arkasına sığınıp istanbul'a nasıl geliyorsun. sevemedim bu ali'yi ben. yine de üzülüyorum seyhan'la kavuşamadılar diye. benim de ne bok yediğim belli değil. halim'e ayrı ağlıyorum, ali'ye ayrı ağlıyorum.

meliha'ya da ayrı hastayım. samim'in canına okuyor her olayda sonra pişman oluyor. ama her yere yetişiyor, her olaya çözüm buluyor kendince, 20 yıl sevdiği adamı beklemiş (arada bir buna da "be kadın 20 yıl beklenir mi" diye giydiriyorum, bakma sen bana) kızlara kol kanat geriyor orada. yirim, ablam benim. kadın dediğin böyle olur, valla on kilo yemin ederim.

samim garibim, ne yapsa düzlüğe çıkamadı. kesin bu çocukların amcası gelip çocukları almaya çalışacak bak görürsün, adam bi mutlu olamadı. ferdi tayfur çalıyor sanki adamın her sahnesinde, garibim.

seyhan tam çaresiz, sefil kadın, kedi gibi mıy mıy. böyle kararsız, ne bok yediği belli olmayan kadın insanın başına her türlü belayı açar. önce evlenmedi, arkadaşına kaçtı, geri geldi, aliyle gidecekti, trip yaptı vazgeçti, adanaya git dediler ezik gibi gidiyor. bi rest çekiyor, bi geri adım atıyor. ne tam aşkının peşine düşüyor, ne de vazgeçip kaderine boyun eğiyor. bir öyle bir böyle olunca çevresindekiler de maymuna döndü.. insanın başına bela olur, vay halim diyorum ben.


veeee merto :) yirim ben bunu ya, bi tane istiyorum. valla böyle bi şey çıkacağını bilsem hemen doğurabilirim o kadar sevdim şu mertcan'ı. şaşkın bakışlarını, tek dişini yerim ya. çocuğun psikolojisi bozulacak. bi börek yapıyo, bi yumurta diziyor. çocukluğu mutfakta geçti yavrucağın. mahalleden bir arkadaş da şu mert'e bulsalar, çocuk bi oyun falan oynasa maydanozdan mantardan fenalık geldi çocuğa. şu tatlılığa bakın ama yaa..

Ankaralı


" dört duvar nasıl "ev" olur? biraz taş ve asfalt nasıl "ev’e giden yol" olur? evler ve yollar birleşip bir "şehir" nasıl olur?

duvarları ev yapan, yuva yapan, o evleri de bir şehir yapan; insandır. o şehirde yaşayan değil, o şehri yaşayan insandır. kuğulu park’ta çöpleri toplayan park bekçisinin dökülen yapraklara ilişmediğini görmüş insandır mesela; ankaralıdır, ankara’yı ankara yapan.

ankara garı'nın hemen yanındaki küçük taş evi, renda köşkü’nün kokusunu, abidinpaşa köşkü’nün terkedilmişliğini bilirim ben. yaşım o kadar büyük büyük değil ama "piknik" kelimesinin benim için ve benim gibiler için anlamı farklıdır hala. güvenpark’ın daha yeşil olduğu yıllarda orada yürümüşler, bayramda babannesine giderken otobüs özel yolunda ilerleyen kırmızı otobüsün camına yüzünü yaslayıp anne kucağında ağlayanlar, tabelalarda daha "atatürk o.ç." yazmazken atatürk orman çiftliği dondurması yiyenler, sümerbank’tan giyinmiş o memur çocukları anlar beni.

sakarya’daki bütün izbe barları da, arjantin'de hangi mekana gidilmesi gerektiğini de söylerim; çinçin’de hangi kahvede geceleri esrar satıldığını da. samanpazarı’na, kaleye, atpazarına, çıkrıkçılara giden yollardır avucumun içi. siz yıllardır, avucumun içini kazıdınız, kanattınız o köprülerle, tünellerle.

çocukken, daha "belediyeci müteahitler" gül bahçeleri ile süslenmiş subayevleri'ne dadanmamışken top oynadım ben keçiörene bakan uçurum kenarlarında, dönen topları yenimahalle’de güzelevler’de, çarşı’da, ragıp tüzün’de tamamladım. sonra büyüdüm, her mitingde önce dayak sonra simit yedim. kuğulu’ya tecavüz ederlerken greyderlerin önündeydim. modern çarşı'yı yanarken gördüm, karanfil sokak'ta bomba patladı 20 metre ötemde. içim dağıldı her seferinde ve her parçamı ayrı bir rant için ayırdınız.

parasızdım, sefildim, kıt kanaat büyüyen 657 bebesiydim. hala da bin beterim, ama seğmenler parkı'nda yürümeden sonbahar geldi diyemez içim. ata'yı selamlayan seğmenleri anmadan ankara soğuğunu içime çekmem. çünkü ben hep böyle dedim; "burası benim evim". ama siz, seğmenler'den çalıp turgutlara, namıklara teslim ettiniz ankara'yı.

peki, beni* anlamayanlar tarafından kaç defa daha kemirilecek içim? kaç defa daha sandığı lekelediğiniz o ellerinizle kurban edeceksiniz yıllardır yavaş yavaş tükettiğiniz bu şehri? kaç defa daha kalenin eteklerinde eteklerini kaldırmış bekleyen o evler** gibi davranılacak şehrime? neyse ya, boşverin, zaten anlayamazsınız siz beni. içim acıyor;
bitti.
bir evim yok artık benim."

Ekşi Sözlük - realsanto

30 Mart 2009 Pazartesi

Ankara Ankara güzel Ankara!

"Yarın sandıktan çıkan sonuçları kimse küçümsemesin" buyurdular az önce. Ben küçümsüyorum lan, kafanıza sıçayım hepinizin!!! Özellikle de hemşerilerimin! Daha beter dolandırır sizi inşallah i.melih, daha da çirkefleşir yeni dönemde, inşallah musluklarınızdan şu anda akan çamurlu sudan beter şeyler akar!

Ne diyim ben size be!!

29 Mart 2009 Pazar

dünyanın en tuhaf mahluku

Bir seçim günü, oy kullanmak için sırada beklerken arkamdakilerin önümdekilerin konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Burada yaşamaya devam etsen, seçimleriyle seni yönetenleri belirleyen kitle ortada işte. Sağımda, solumda kuş beyinleriyle şahane yorumlar yapıyorlar.. Yurt dışına gideyim, kaçayım buralardan desen gönül razı olmuyor.. Her seçimde aynı sinir harbini yaşayıp evime dönüyorum. Hep bu şiir geliyor aklıma, bir tek benimkine gelmiyor herhalde az önce Altan Erkekli bir programda okuyordu.

akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.

midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.

ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.

ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeye de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet

özledim..



seni gördüm göreli
şaşırdım
dolaşırım bir başıma
seni bildim bileli
kaçırdım
şu aklı başımdan


elleri ellerime
gözleri gözlerime
saçları saçlarıma
karışan bir sen olsan

28 Mart 2009 Cumartesi

bir gün kendini de unutacaksın evladım!

gençliğim yollarda geçti valla.. eskişehir'den ankara'ya geldim dün otobüsle. 3 saat sürüyor yolculuk. istanbul- ankara'nın yarısı yani neredeyse. çok kolay geçti o yüzden, bilgisayarın pili bitene kadar lost ve how i met your mother izledim birer bölüm. sonra da uyudum, uyandım gelmiştik zaten.

otobüsten indim kol çantamı, bilgisayarımı aldım. ben indim diye kardeşimi aradım, elimi kolumu sallaya sallaya üst kata çıktııııım. kocaman valizleri sürüklemeye çalışan insanları gördüm, "yazık yaa, iyi ki ben çantasız geldim" dedim içimden. sonra bir hafiflik hissettim.. lan çantam nerde? otobüste mi unuttum? valla unuttum! hemen koşarak aşağı indim, otobüs hala yerindeydi neyse ki.. "yazıhaneye yolladık çantayı" dedi muavin. yazıhane de ne güzel kelime di mi :) gittim yazıhaneye, bir üstteki yazıhaneye götürmüşler, neyse getirdiler sağolsunlar.

sırıta sırıta çıktım üst kata. unutkanlık konusunda güzel hikayelerim var ama bunu ilk defa başardım. insan çantasını bagajdan almayı unutur mu ya? böyle şambalak olunur mu?

11 Mart 2009 Çarşamba

Sıkıldım..




6 saattir toplantıdayım, o kadar sıkıldım ki artık tamamen konudan koptum.. Müdürüm yanımda oturuyor, ben burada blog yazıyorum.


Hastayım, boğazım ağrıyor, burnum akıyor.. Şevkat gösterin bana..

8 Mart 2009 Pazar

Eksik..

Vizontele Tuuba'da ölen oğlunun mezarının başında Siti ana ile oğlunun nişanlısı Asiye'nin bir konuşması var.

- Nasılsın kızım?
- Eksik

Eğlenirken, gezerken, gülerken, ağlarken, üzülürken, film izlerken, müzik dinlerken, bir şeyler okurken, yemek yerken, yemek yiyemezken hep böyle işte, hep eksik..



3 Mart 2009 Salı

fotoğraf altı yazıcısı


- sen anlat hacı, ben dinliyorum (hatunları kesiyor aslında, hiç dinlemiyor ne anlattığını)

ben bugün geçiştirme gördüm olsun bu fotoğrafın adı :)) ( a tribute to vkamber)

1 Mart 2009 Pazar

Tencerenin yeşil kulpu ve anne olmak!

Yine hafta sonu için Ankara'daydım, yine kavga ettik dönüyorum. Kavga ettik diyorum ama tek taraflı genelde, o ne derse desin ben cevap vermem. Bunu başarabiliyorum en azından. Başka birisi bana onun dediği şeylerin yarısını söylese neler söylerim düşünemiyorum bile. Ama anne işte, cevap verilmez diyorum susuyorum.

"Anne olunca anlarsın" diyor ısrarla, istemiyorum. Bu kadar büyük bir sevgi beslemek istemiyorum kimseye, karşılıksız gibi görünse de aslında büyük bir karşılık bekleniyor. Onun istediği gibi davranacaksın. Vermen gereken karşılık bu. Farklı bir kişiliğin varsa, onun ilgilendiği şeylerle ilgilenmiyorsan boku yedin. Kafasında bir evlat çizmiş, onun gibi olmalısın.

Uzun zamandır gündemde tencere seti var. Şimdi bunu okurken gülen varsa bak onun da ağzına sıçarım baştan söyliyim. Kadın taktı tencere seti alacak bana, çeyiz. Zaten alıyor kafasına göre bi şeyler, alsın hevesleniyor. Zevklerimiz de benzer, aldıklarını beğenirim. Oyalanıyor, beni düşünüyor diye hoşuma gidiyor. Söz, nişan falan hiç bi şey yok ortada ama kadının en büyük arzusu bu son dönemde. Babam da dahil buna. Yalnız yaşıyorum, İstanbul'dayım ya, biri beni sahiplenecek onlar da mutlu olacaklar. Bu ilkel düşüncelerine de sinir oluyorum aslında ama neyse tencere diyordum. Karaca, Hisar, Jumbo, Korkmaz tencere pazarındaki başlıca markalar, baya öğrendim sektörü. Teflon tenceremiz varmış, çelik tencere lazımmış. Teflon tenceremiz ne zaman oldu? Ben hiç görmedim, bunları evde nereye saklıyorsun ey kadın? Mahzenimiz falan mı var bizim bilemiyorum ki.

Benim tencereden tek bir beklentim var, kulpları plastik olsun. Çünkü tutarken elim yanıyor. Bu yani isteğim, tencere konusunda beni heyecanlandıran başka bi şey yok yemin ederim. Ama annem öyle değil, tencereyle evleniyoruz sanki,damat seçimi kadar önemli. Bütün modelleri ezberlemiş, bi tane beğenmiş. Gördüm güzel, kulpları yeşil. İyi o da olur, tamam alalım. Çok yeşilmiş! Katalogda böyle değilmiş. Başka bakıyoruz, birkaç mağaza geziyoruz, canım bakmak istemiyor memnuniyetsizliğim yüzümden okunuyor, yorgunum, karnım aç, tencere tava olayına kılım, evlenmiyorum etmiyorum bi acelemiz yok, bayılıcam yani. Mızmızlanmıyorum ama yine de nereye derse gidiyorum, bakıyorum. O da istiyor ki ben evleneceğim adamı görmüşüm gibi heyecanlanayım tencereleri görünce.

Olay bu sabah kahvaltısından kalkarken patlak verdi, tencereye geldi bağlandı. Bilgisayara cep telefonuna kıl oluyor bizim anne babalarımız, o kuşaktaki herkesten duyuyorum. Sonradan hayatımıza girdi diye alışamadılar mı, onlara yeterince zaman ayırmıyoruz diye bu aletleri kıskanıyorlar mı, bu kadar bağımlı olmamızı anlamıyorlar mı bilemiyorum. Kahvaltım bittiyse odama gidip bilgisayarımın telefonumun başına geçebilirmişim.

Onlara hiç zaman ayırmıyormuşum, ne zaman Ankara'ya gitsem yorgun oluyormuşum, kadın heveslenmiş tencere alalım demiş ben hiç ilgilenmemişim (nalet tencereye geldi konu yine), istanbul'da hep geziyormuşum, Ankara'ya ne zaman gelsem yorgun oluyormuşum.....

Bu konuşmalar galiba bi tek bizim evde yapılmıyor ama ben bazen gerçekten kaldıramıyorum. Gittim zıbardım yattım odada otobüs saatine kadar. Çıktım geldim şimdi de yoldayım. (evet ufaklıkla ilk yolculuğumuz, kamil koç turizm ve wireless bağlantısı iyi yolculuklar diler.) Boncuklu beyaz bir hırka örmüştü bana kaç haftadır bitsin diye bekliyordum, onu da almadım. Gidiyorum da demedim, babamı öptüm çıktım. Şiştim ama yani ben de!