31 Ocak 2010 Pazar

İmdat

Çok fena durumdayım arkadaşlar, nasıl bunaldım anlatamam. Stresten uyuyamıyorum resmen. Sürekli çalışıyorum. İş hayatını kim bulduysa onun götüne koyayım. Bu kadar diyorum!

Yarın sistemi açıyoruz, görücez bakalım neler olacak.

Yaşıyorum demek için yazdım. Güzel bir AKW sıkıştırdık araya, yazıcam inşallah. Hepinizi öpüyorum :)

22 Ocak 2010 Cuma

Karadeniz'de neler oldu :)

Üzerinden zaman geçti, ne yazacağımı da unuttum. Geçen hafta Trabzon'daydım ben, iş için gitmiştim. Yoğun bir tempoda görüşmeler yaptım. Cumartesi bitti işlerim, Otobüsle Fındıklı'ya gittim. Otobüs dediysem, servisten hallice bi şey. Yanımdaki kilolu teyzenin sağ lobu ve ben samimi bi yolculuk yaptık. Kuzenim Fındıklı'da çalışıyor, beni aldı oradan. Trabzon - Fındıklı arası sahil yolundan gittik, bir kaç ilçeye uğradık. Yol yaklaşık 3 saat sürdü. Soğuk ve yağmurlu bir hava vardı ama güzel bir yolculuk oldu.

Akşam 19:00 gibi köye vardık. Köy Hopa'ya bağlı, 15 yıldır gitmemiştim. Çocukken orada olmayı o kadar çok severdik ki.. Hatırladığım her şey çok küçük göründü gözüme, araba gelirken koşarak karşıya geçtiğimiz o kocaman yol daracık bir toprak yolmuş meğer. Bana kocaman gelen balkon aslında o kadar da büyük değilmiş. Uzak diye yürümeye üşendiğimiz yollar yakınmış.

15 yıl öncesinden bahsediyorum ama hep yazın gittim köye, kışın gidince çok kurak geldi. Buna rağmen çay bahçeleri yemyeşil, her yer yosun :) Kuzenlerim, dayılarım yengelerim o kadar güzel ağırladılar ki beni..

Evin balkonunda görünen manzara bu, normalde her yer fındık ağacı ama kış olduğu için kurumuşlar. Karşıdaki dağın adı Ciha dağı. Hiç çıkmadım, çocukken en çok istediğimiz şey oraya çıkabilmekti. Kuızenlerim bir iki ker çıkmışlar.


Bir sürü fotoğraf çektim, bir akşam kalabildim ama değdi. Yengem şahane bir akşam yemeği hazırlamış. Yemekten sonra çaylar içildi, muhabbet ettik bol bol. Ev sobalı olduğu için yattığım yerde elektrik sobası yaktılar, bi de elektrikli battaniye. Orada en sevilen şey sanırım! Ceryanlı battaniye diyolar :) Gece geç saate kadar konuştuk, sabah da erkenden kalktım günüm ziyan olmasın diye. Dayımın tom diye bir av köpeği var. Komşunun ağına takılan bir kuşa dadandı sabah sabah, ağı parçaladı. Dayım müdahale etti olaya hemen :) İnce kuş diyorlar orda, her yerde ağlar var kuşlar takılınca ağlara pişirip yeniyor. Biliyorum kuş yemek çok garip geliyor insana ama orada var işte böyle bir şey.

Bu merdiven yukarı bilinmezliğe çıkıyor :) Arazi o kadar dik ki, insanlar kendi çözümlerini üretmişler yukarılara çıkabilmek için.


Bu aşağıdaki yerin adı "Alim Yeri" yıllarca anlamadım neden alim yeri dediklerini, sonradan öğrendim ki Çay Alım Yeriymiş aslında :) Şiveye bak :)


Alim yerinin merdivenleri, küçükken üstüne çıkıp oynamaya bayılırdık. Çatısında midyeler olurdu biliyo musunuz? Köy denize çok yakın belki yapımında kullanılan kum denizden alınmıştır.


Her yer çay bahçesi ve mandalina ağacı, mandalinalar minicik ama çok lezzetli.


O soğukta açan bu kırmızı çiçeğe bayıldım :)


Sabah kahvaltısından bahsetmezsem olmaz. Yengem bir muhlama yaptı, efsane! Annem de yapıyor ama bu başkaydı valla. Yağının bol olması lazımmış, bi de dibi tutana kadar pişmeliymiş. Püf noktası oymuş. Yoksa yağı yukarı çıkmazmış.


Kahvaltı yaptıktan sonra köyde bir tura çıktık akrabalara uğradık, anneannemin dedemin mezarına gittim. Sonra yola çıktık, uçak Trabzon'dan kalkıyordu. Trabzon'a yakın bir yerde yemek yedik.

Bu aşağıdaki şahane şeyin adı hamsi kuşu. Ben hamsi kuşunu bilmiyormuşum meğer, hamur kızartması gibi bi şey düşünün ama içinde otlar ve hamsi var. Arkadaki küp şeklindeki oluşumlar da mısır ekmeği öyle İstanbul'dakiler gibi değil. Acayip farklı tadı, ıslak gibi zaten çok nemli böyle cheesecake kıvamında bi şey.


ve beklenen an, hamsiler geldi :) burada da balık var anacım ama yemin ederim ordaki hamsi başkaydı.


Belki bir iki hafta sonra yine gidicem o taraflara. Trabzon'dan bi şey anlamadım zaten :) Bir hafta sonu gidip Sümela manastırını ve Atatürk Köşkü'nü gezmek lazım.

Yıldönümü hediyesi

2 yılımız bitiyor üç gün sonra, ben nerdeyse bir yıldır derde düştüm napıcam diye :) O özel günleri kutlamayı çok sevmez, plansız hediyeleri ve süprizleri saha çok seviyor. Ben kadama göre takılıyorum :) Yıldönümü gerçekten bütün diğer günlerden farklı olarak çok özel geliyor bana.

Şu anda yolda olduğu için internete giremez ben de rahatça yazabilirim.

Yeni tanıştığımız dönemde bir mail trafiği yaşandı doğal olarak. Ben o dönemde mailleri siliyordum, ona da sil diyordum, şirket mailinden yazışıyorduk çünkü. Amaaaa bir yere de kaydetmiştim baştaki yazışmalarımızı, onları bi güzel düzenledim. Yazdığı şiirleri de ekledim, şahane bi kitap çıktı ortaya. Ön kapağa Çengelköy'de çektiğimiz bir fotoğrafımız vardı, onu koydum. Arka kapağa da onun yazdığı bir şiiri, şahane oldu, bence :) Kadıköy'de bir fotokopicide yaptırdım aslında ev arkadaşım yaptırdı sağolsun, ben yollarda helak olduğum için o ilgilendi. Fotokopiciye gittim bu akşam, abla o yarın sabah gelecek dediler. Sizi öldürürüm dedim ben de :) Aradılar ciltçiyi hazırmış, Çarşamba elmdeydi ama hatalar vardı, düzeltsinler diye bırakmıştım. Yeni bi tane yapmışlar. Eskisi de bende kaldı. İki tane oldu yani :)

İşte böyle bi şeyler oldu :)


İki yıl önceki mailleri okumak gerçekten zevkli, hala aynı şeyleri hissediyor olmak çok daha zevkli gerçekten!

Nice yıllara..

MAGICK

Ay çok mutluyum :) Salak bi giriş oldu ama valla kalbim çarpıyor hala, TRT Ankara Radyosu'nda Cuma akşamları 8-10 arası Banu Tarancı ve Selim Karakaya "Haftaya Paydos" diye bir program yapıyor.

Selim'le hiç yüzyüze görüşme fırsatımız olmadı ama yıllardır tanıyorum kendisini, sözlükte tanışmıştık.

Dün bana bir mail attı, (facebook'u açmam gerekiyor bunu anladım ulaşmaya çalışan bir kaç kişi sitem etti) kardeşimin grubunu MAGICK radyo programına çıkarmak istediğini söyledi. Benim de korom var bu akşam 7-8.30 arası. Deli gibi telefonun radyosundan frekans aradım ama yok anacım bulamıyorum. Taksiciyi de yedim, annemi de yedim, bir arkadaşımı da telefonla tükettim ama İstanbul'daki frekansını bulamadık.


Eve geldim açtım hemen bilgisayardan, dinliyorum şimdi.Yaşasın internet!!! Grubun diğer elemanları yok, yalnızca kardeşim var programda :)

Programa bağlandım, kardeşim sağolsun benden çok bahsetmiş program sırasında. TRT'yi aradım, aaa meşhur abla siz misiniz dedi telefonu açan hanım :) Çok eğlenceli bi muhabbet oldu, hala devam ediyor program. Haftaya Paydos blogundan eski kayıtlara ulaşılabiliyormuş. Kaçırdığım bölümünü de dinlerim artık :)

16 Ocak 2010 Cumartesi

Trabzon'dan saygılar

İnsanlık dışı bir çalışma temposuyla şehir şehir geziyorum sevgili dostlar. Trabzon'dan bildiriyorum, öncesinde de Ankara'daydım. Denize paralel bir şehir, sokakları denizi dik kesecek şekilde dağlara doğru devam ediyor. Size süper maceralarım oldu burada diyebilmek isterdim ama maalesef çalışmaktan pek bir şey yapamadım.

Rut'a rot diyen bir adayım oldu, bir de gayet iyi giyimli prezentabl görünümlü birisi "yani şöyle şöyle mi?" diye söylediği bi şeyi anlamaya yönelik sorduğum soruya "he" dedi :) Sonra da "he dedim ağzımdan kaçtı ağız alışkanlığı" dedi :) çok sevimli buranın halkı ama bir o kadar sinirli. Bokuyla kavga eder denen cinsten.

Kaldığım otel şehir merkezinde, arkasında uzun çarşı denen bir sokak var. Trafiğe kapalı, dün gece bir tur atma fırsatım oldu. Dün öğlen yemeğinde buranın meşhur köftecilerinden birine gittik. Akçaabat'ta Nihat Usta. Akşam da Körfez diye bir yerde balık yedik. Böyle hamsi olur mu lan Allahsızlar, bayıldım.

Ay bir anda kendimi Ertuğrul Özkök gibi hissettim hahaahha :))) "evet sayın okurlar, kaldığım 5 yıldızlı otesin spası fena değildi...." :))))

Neyse fotoğraf çekemedim ama burası gerçekten güzel bi yer, deniz olan her yer güzel geliyor bana zaten :) Burada "Tanjant" diye bi yol var çok komik değil mi? Bi de Beşirler diye bir mahalle var, 1 nolu Beşirler 2 nolu Beşirler diye ikiye bölmüşler :)

Buradan Hopa'ya geçeceğim akrabalarımı görmek için. Şu anda bugünün ilk adayı yan masada form dolduruyor, hadi bana iyi görüşmeler :)

9 Ocak 2010 Cumartesi

Geçiriyim mi abi?

Yaklaşık 5 yıldır çalışıyorum. Bok gibi iş hayatının içindeyim yani, herhalde hiç bu kadar stresli olmamıştım. Uyku uyuyamıyorum yemin ederim. Performans yönetimi ve projelerin takibi için yeni bir sisteme geçiyoruz. Yazılım çok gecikti. Bir hafta sonra insanlar performans değerlendirmelere başlayacaklar, bunun öncesinde projeler değerlendirilecek. Ben hala veri giriyorum, hata ayıklıyorum. Bi de sevgili müdürüm onu yaptın mı bunu yaptın mı diye mailler atıyor, telefonla bi şeyler soruyor. Milletten utanmasam oturup ağlıycam iş yerinde o kadar bunaldım yani. Bugün saatlerce çalıştım, şimdi de çalışayım diye açtım bilgisayarı. Kardeşim burada bi İstiklal bile yapamadık. Nasıl sövüyorum anlatamam. Sistemle ilgili kıyamet gibi iş var ben bi de bu hafta Ankara'ya ve Trabzon'a gidicem iş görüşmeleri için. Trabzon yerine Erzurum da olabilir, süper di mi? Aslında böyle bir durum olmasa bayıla bayıla giderim. Her yere giderim de aklım hep sistemde nasıl görüşme yapıcam bakalım. Kıyamet gibi de aday var.

Eskişehir'deyim dün gece döndüm kardeşimle beraber. Yan koltukta bi amca vardı yol boyu bilgisayardan tetris benzeri bi oyun oynadı. İnsanın gözü kayıyor ister istemez :) Küçükken atari salonlarında tipler olurdu ya, geçemediğin bölümü görüp "abi geçiriyim mi?" diye yanına gelirdi. Kardeşim onu söyledi, yol boyu ona güldüm.

Ben de iş yerindekilere demek istiyorum bunu. "Geçiriyim mi abi?"

3 Ocak 2010 Pazar

Hello Kitty'li saat

Bazı arkadaşlar vardır, insanın en yakınında olmazlar ama seversiniz. Ne zaman muhabbete otursanız kaldığınız yerden devam eder her şey, iyi anlaşırsınız. Hayattan beklentileriniz, baktığınız yön, durduğunuz taraf aynıdır. Üniversiteden bir sınıf arkadaşım var, aynen böyle. Antalya'da yaşıyor. Kendisinin bir blogu da var, işte burada. Sana bi şey gönderiyorum adresini ver demişti. Verdim ve bu olayı unuttum her zamanki gibi. İnternetten verdiğim siparişi, bana gelecek bir kargoyu da unutuyorum görünce çok şaşırıp mutlu oluyorum şuursuzca :)

Paketin geldiği gün de nasıl gergin bok gibi bir gün, birini boğazlamamak için kendimi zor tutuyorum. Masama geldim paketi gördüm, arkadaşımın "sana bi şey gönderiyorum" dediği paketi açarken aklıma geldi.

Hello Kitty'li bi kol saati çıktı içinden, bayıldım. Yani dünyanın en değerli şeyi şu anda benim için. Beni düşünmüş, sevdiğim şeyi almış, taa oralardan yollamış. Allahım nerelere gideyim, saati aldım kutuya kaldırdım. Açıp açıp bakıyorum. Çok teşekkür ederim..

2 Ocak 2010 Cumartesi

Lazca

Annem laz, bi kaç kere daha yazmıştım buraya. Ama büyük ihtimalle kendisi üvey, onu avropadan getirtmiş olmalı rahmetli dedemle anneannem. Kadının ne lazcayla ne kendi yöresiyle ilgisi yok. Bi kelime lazca öğretseydi ya bize, ne kadar isterdim. Horon falan da bilmiyo bence, biliyorum diyo ama. Bak şahane laz böreği ve hamsili pilav yapar ama ona bi şey diyemiycem. Demek ki kendini yabancı hissetmesin diye rahmetli anneannem öğretti kadına. Yoksa diğer 3 kardeşi sarışın mavi gözlü, annem italyanlara benziyor. Bence onu oradan getirttiler.

lazuri diye bir site buldum. Mutfaktayım, annem yemek yapıyor ben de ona bi şeyler soruyorum o ne demek bu ne demek diye. Alfabesini yazmışlar, baya değişik geldi bana. Bir font yüklemek lazımmış okumak için. Sitede horon dersleri var, süper :)

Hiç lazca isim yok mu diyorum. Dalga geçiyor benimle ya. Kapi var mesela dedi gülerek. "ağaç kabuğu" demekmiş. Bütün gün bilgisayar başında oturduğum için ben anca ağaçkabuğu gibi bi şey doğurabilirmişim. Kadın hemen bi laf sokuyor ya, hiç bi fırsatı kaçırmıyor yemin ederim.

moni lazca boncuk demek, çok güzel di mi :)

1 Ocak 2010 Cuma

Ekşi Sözlük- 2009'un en beğenilen entryleri

Ekşi Sözlük okumayı seviyorum, aylardır bir kelime yazmadım ama sadece okuyorum. Blog yazmayı daha çok seviyorum, orayı okumak hoşuma gidiyor. Geçtiğimiz yılın en çok şukela alan entrylerine bakmak isteyenleri şöyle alalım.

2009 yılının en beğenilen entryleri

Benim favorim bu entry, başlığa kompile bayılıyorum ama bu entry şahane bence, tespit şahane :)

Eskişehir'de bir AKW

İş için Eskişehir'deydim iki gün kaldım. Bir sürü işimiz vardı, alınacak hediyeler, gidilecek yerler, yapılacak işler.. Hepsini hallettik, arada derede bir AKW de patlattık. Ben yola çıkmadan önce sevgilimin uzun zamandır anlattığı bir yere yemek yemeye gittik. İsmi Adana Kebap, sanki başında bi şey daha olmalıymış di mi :))


Sanayide bir kebapçı burası. Bildiğimiz oto sanayi, araba tamirhanesi manzaralı :) Ben böyle enteresan yerlere gitmeyi çok seviyorum, sevgilim de sağolsun gittiği yerleri hafızaya alıyor beni götürüyor. İçeriyi doya doya inceledim. Sobaya ve yerdeki marleylere dikkatinizi çekmek istiyorum. Sandalyeler eski, masanın üstünde bir cam var, altında fiyat listesi, Sahipleri belli ki doğulu, çok kibar kapıda karşılayıp kapıya kadar uğurlayan cinsten.

Tavuk şiş ve adana kebap yedik, şahaneydi valla yemekler. Bi gün bi şekilde Eskişehir'deki sanayiye düşerse yolunuz mutlaka gidin. Ama titiz, lükse düşkün bi tipseniz (kıl yazmak istiyorum aslında kısaca. Ayıp olur belki, artık yazmış bulundum. öyle birinin benim blogu okumuyo olması lazım aslında ama belki denk gelir) "ay sandalye yırtık, burası ne ilkel bi yer, soba mı kaldı yaaa" diyecek biriyseniz sakın gitmeyin.