27 Şubat 2009 Cuma

Koala


Şu hayvanlara bayılıyorum ya, ne kadar sevimliler di mi? Tiplere bak :) Bütün gün uyu, uyumadığın zaman yemek ye. Yediğin şey de kafa yapsın, hayat size güzel valla.

26 Şubat 2009 Perşembe

Slumdog Millionaire -- çok pis spoiler var, izlemeyen bakmasın--

Ben Hint filmlerini, Balkan filmlerini çok severim. Özellikle de aslında oyuncu olmayan kişilerin oynadığı filmleri izlemek bana daha cazip gelir.

Bir filmi izlemeden önce çok fazla şey biliyorsam, filmi izlemek daha az zevk veriyor bana. Slumdog Millionaire hakkında da sözlükteki yüzlerce entryi okumadan durabildim ve film hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadan izlemeye başladım. Tekrar uyarıyorum benim gibi insanlar varsa, yazının devamını okumasın.


---- spoiler -----

Artık yaşım mı geliyor nedir fena halde bi çocuk sevme durumu başladı. Bebek değil ama çocuk, daha böyle 5-6 yaş civarı. Bu filmdeki çocuk oyunculara özellikle de Jamal'ı oynayan o koca gözlü velede bayıldım.

Film temel olarak iki kardeşin hayatı üzerine kurulu. Filmin başlarında Jamal tuvaletteyken en sevdikleri sanatçı Amitabh'ın helikopteri geliyor. Jamal, Salim kapıya sandalye dayadığı için tuvaletten çıkamıyor. Elindeki fotoğrafa ve altındaki boklu çukura bakıyor. Çukura atlamayı seçiyor. En son ne zaman bir şeyi bu kadar çok istedim diye düşündüm. "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmini izleyince de (oradaki çocukların da film oynatmak için çabalamaları muhteşemdi) bunu düşünmüştüm. Jamal'ın çukura atlayışı, imzayı aldıktan sonraki sevinci gerçekten çok güzeldi.

Salim ve Jamal'ın karakterleri, iyi ve kötüyü anlatmakta çok güzel kullanılmış. Jamal'ın boka batmak uğruna aldığı imzalı fotoğrafı Salim satınca filmin gidişatı belli oldu dedim. Sonra da Salim beni yanıltmadı hiç. Film boyunca Jamal'a etmediği kötülük kalmadı. İkisinin beraber olduğu sahnelerde hep tetikte bekledim acaba şimdi ne yapacak diye. Latika'yı aldığı sahnede ben de Jamal kadar üzüldüm herhalde :) Filmin sonunda Latika'yı Jamal'a gönderirken yine bir kötülük yapacak dedim ama sonunda iyiler kazandı. Mutlu sonları seviyorum :)

Dilendirmek için çocukları toplamaları, güzel şarkı söyleyen bir çocuğun gözlerinin kör edilmesi (bu sahne içimi dağladı gerçekten), çok klasik gelebilir ama ben o sahneleri de çok beğendim. Kim 500 milyar ister ve Kenan Işık film boyunca aklımdan çıkmadı bir de. Dün akşam filmi bitirdikten sonra yazsaydım çok daha duygusal bir yazı olabilirdi bu..

Filmin kurgusunu ve konuyu sevdim. Filmin sonundaki dansa bayıldım, tam filmi kapatıyordum tesadüfen gördüm. Herkes dalga geçer ama ben Hint danslarını çok eğlenceli buluyorum :)


---- spoiler -----

15 Şubat 2009 Pazar

ben küçükken

- küçükken elimden kaçan uçan balonların hopa'daki anneanneme gittiğini sanardım. uçan balonun peşinden azcık zırlar, annem anneannene gidiyor diyince susardım. nası bi salak çocuksam artık, bağla bileğine balonu di mi? anneme tam da inanmıyormuşum demek ki, telefonla konuşurken sorardım anneanne balonum sana geldi mi kırmızıydı diye, geldi balkonda duruyor derdi o da her seferinde.

- uçak geçerken annem anneannene el salla derdi, bütün uçakların oraya gittiğini zannederdim. telefonla konuşurken bunu da sorardım anneanne ben sana el salladım derdim o da söylediler bana derdi.

- televizyonda bi şey izlerken herhangi bir sebeple kapatıp tekrar açtığımızda, izlemeye kaldığımız yerden devam edebiliriz sanıyordum. hep video yüzünden..

- ay'ın ismini aydede sanardım, gerçekten uzun yıllar öyle gitti.. hala dilimin ucuna ilk aydede kelimesi gelir.

- hiç eve girmeyim hep sokakta ağaçların tepesinde falan olayım isterdim.

- şahane ip atlardım, süper yakan top oynardım. can tutamazdım ama kolay kolay yanmazdım zıp zıp bi şey olduğum için.

- hava karardıktan sonra dışarı çıkabilmek için her şeyi yapardım. çocukluğumda en mutlu olduğum zamanlar annemle babamın balkondan eşlik etmesiyle de olsa karanlıkta arkadaşlarımla oynadığım zamanlardı.

- algida'nın dışı çilek buzlu içi vanilyalı dondurmalı buzzy diye bir dondurması vardı, en sevdiğim dondurma oydu.

- yavru kedileri devamlı "bu bizim olsun mu" diye eve getirirdim, fırat'a olan sempatim burdan geliyor galiba. paramla devamlı kedilere köpeklere süt alırdım, çöplerde ücra köşelerde yavrulayan kedi köpekle oynardım hep. bi kere bitlenmiştim annem bütün evi kaynattı neredeyse beni de kaynatacaktı.

- evin önündeki kiraz ağacına çıkmayı çok severdim. 2 numarada oturan bi adam vardı, kızardı babama şikayet ederdi. ağacı da babam dikmiş ha, sana ne benim babam dikmiş onu bi kere demek isterdim hep ona. babam da üzülürdü yavrum evde var niye böyle yapıyorsun derdi. neredeyse bütün meyve ağaçlarını tanırım yapraklarından, hepsine çıkmışlığım vardır. en çok dut ağacını severim. duta da bayılırım.

- ankara'da büyüdüm ama 8 bloklu site gibi bahçesi olan bi apartmanda oturuyorduk. parmaklıkların dışına çıkmamız yasaktı çünkü çok güzel bi semtte oturmuyorduk. annemden fırsat bulunca soluğu parmaklıkların dışında alırdık. ayılıp bayılırdı kadın bizi bulamayınca.

- sakızlardan pembo'yu, dondurmalardan buzzy'i, cipslerden tombiyi severdim.

- pazar akşamlarından nefret ederdim, bizimkilerin müziği başladı mı içime bi kasvet çökerdi, yarın okula gidicez diye.

- trt'de bi program vardı, evliya çelebi galiba. hani mürekkep dökülürdü o mürekkep lekesi evliya çelebi olurdu. ne biçim korkunç müziği vardı aklım çıkardı ondan.

- kardeşimle evde durunca kudururduk devamlı, mandallardan ev yapardık. burası benim evimmiş meğersem der içine girerdik, evdeki bütün çikolataları yerdik, salonda kocaman bi masa vardı. sandalyelerle masanın arasında kalan boşluklarda oyun oynardık.

- ben küçükken hiç akşam olmasını istemezdim. ama bi taraftan da hemen akşam olsun, babam gelsin tepesine çıkayım, beraber oynayalım isterdim..

10 Şubat 2009 Salı

yemekteyiz!

eve geç gelince, ne yiycem derdi var ya mahvediyor beni. genelde geç geldiğimde yorgun da oluyorum. bütün gün puan hesapladım. millete nasıl para verebiliriz onunla uğraştım. bi de ikcıların günahını alıyorlar!

geçenlerde kuaföreki tufan abi, (kadın kuaförleri de hep tufan olur sanki di mi?) yemek yok açım diye mızırdanınca soğanlı yumurta yap demişti, eve gelip yapmıştım. mis gibi de yemiştim. az önce bakkaldan ekmek, cips, çekirdek alırken (genelde üçü aynı anda bitiyor üçünü birlikte alıyorum. yemekten sonra canım aynı anda hep cips hem çekirdek istiyor) şöyle hemen ısıtıp yenecek bi şey yok mu yaa dedim çocuk yazık bütün konserveleri saydı. beğenmedim. patates alıyım en iyisi dedim. evde yumurta olmadığı aklıma geldi. beni yumurta paklar diye söylenirken patatesli yumurta yap abla dedi bakkalcığım sağolsun. valla yapiyim dedim. ahan da yaptım yiyorum.

"yani insan bir örtü serer, gazete kağıdında yemek mi yenirmiş. heç beğenmedim! yımırtadan da kıl çıktı, peynirle salatalığı aynı tabağa koymuş, çok ayıp. tabak yok bi şey yok, tavanın altına da ekmek tahtası koymuş. bir tek çiçek güzeldi o da masanın ortasında olması gerekirken kenarda duruyordu. sofraya cips ve çekirdek konduğu nerde görülmüş ayrıca! heç beğenmedim, 1 veriyorum!"

kendim yazdım kendim eğlendim. aha da sefil sofram budur. gazeteyi de sererim inşaatta çalışıyorum ya. annem görse var ya "hiiiiii koskoca mühendis kız, okudu adam oldu diye seviniyoruz gazetede yemek yiyor. allah seni kahretmesin, senden bi bok olmaz" der bana hahah :)) millet yaptığı yemekleri, öğrendiği tarfileri falan yazıyo bloguna. ben de patatesli yumurta fotoğrafı koyuyorum.

canım ailem başladı bu arada. bi insan 20 yıl birini bekleyebilir mi ya gerçekten?
ya bi de bu meliha'nın kızkardeşleri niye samim'i bu kadar seviyor? benim kardeşimi bıraksa nişanlısı gitse, 20 yıl kardeşim üzülse kimseyle evlenmese etmese ben o kaçan adamı yolarım valla.

son gün hastalığı

ya genlerimizde var her işi son güne bırakmak biliyorum ama bu kadar da olur mu ya!! bir aydır performans değerlendirmelerinizi yapın diye neredeyse her gün mail attım koskoca insanlara, bu sabah da yine 10'da mail attım, sistem 18:00'de kapanacak diye.

bir yönetici, kendisi hakkında uzuuun uzunn yazılar yazmak istiyorum aslında ama yazdıkça daha cok sinirlenicem biliyorum, yazmıycam o yüzden. benden haber bekle diye emir verip gitti, 17:45'ten beri performans değerlendirmesi yapacak elemanıyla onu bekliyorum. saat 19:00. bu kadın kendi departmanının işlerini nasıl bitiriyor onu merak ediyorum. zaten cuma bitecek demişiz, iki gün vermişiz ek olarak, elli kere mail atmışız. yapacağın yarım saatlik iş. insan utanır yani!

flüt dersime gidemedim onun yüzünden. nalet olasıca kadın! zaten hiç çalışmamıştım gitsem de yine ikinci oktav sesleri çıkaramayıp üzülecektim ama olsun, gidecektim işte!

evime gidicem şimd tez konusu araştırmaya devam.

ahp bilen var mı bu arada?

5 Şubat 2009 Perşembe

Paran yoksa öl!

Raşit'in böyle bir şarkısı vardı.

selam verssek almazlar, rüşvet değildir diye
halimiz sormazlar, aptal olmadık diye
ne varsa hep çaldılar, hırsızlık meslektir diye
hesap sorsak vurdular
hesap sormak hainliktir diye
düşünceleri belli, ne eksik ne fazla
paran yoksa yaşamak haram sana
ya hain olursun, ölürsün sokakta
ya kahraman olur, vurulursun dağlarda
paran yoksa öl...
yoksullar hep haindir
çünkü aç olan isyan eder
şehitler hep fakirdir
çünkü zenginden olmaz asker
gecekondu çocukları
dağlarda nöbet bekler
başkasının çocuğu yat üstünde karı öper

Dün akşam evde tez konusuuuuu tez konusuuuuuu diye munzurumu* asmış oturuyordum, daha bebeğine süt emziren genç bir annenin beyin tümörü yüzünden hastanede yattığını durumunun kritik olduğunu öğrendim. Tanıdığım biri değil ama kendimi onun yerine, bir gün büyüyecek çocuğunun yerine koydum. Çok üzüldüm, Allah yardım etsin. Tedavi olabilecek parası, yanında bir ailesi olduğunu biliyorum. Ben burda hastalansam o da yok ühüüüüüü (yengem, amcam falan bunu okursa vay benim halime! anne baba demek istiyorum ben ama)

Böyle durumlarda insan bi silkinir kendine gelir, dert ettiği şeylerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu düşünür. Her şeyin başı sağlık der ya, dedim ki bu olay İstanbul'da olsaydı acaba her şeyin başı sağlık denebilir miydi? Yoksa para mı başa geçerdi? Ben onun olduğu 8-9 saat süren ameliyatı İstanbul'da bir devlet hastanesinde olmayı göze alır mıydım? Yoksa malı mülkü satıp özel hastanede mi olmak isterdim, olabilir miydim, paramız yeter miydi?

Para sağlıktan önce geliyor sanki. Paran yoksa, artık sağlıklı da olamazmışsın gibi?!!

*munzur: karadeniz yöresinde ağız, burun anlamında kullanılıyor. annem suratımı astığım zaman bana "ne astın munzurunu?" der, oradan aklıma geldi.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Tez Konusu

Af çıktı ya, çıkmaz olaydı! Bok varmış gibi gittim kayıt yeniledim. Annem babam üzülmese valla hiç işim yok yüksek lisansla falan. Sırf onlar sevinsin diye tekrar başlıyorum, bitirmek için uğraşıcam. O zaman yükselerek arşa değer belki başım!!!!

Rüyamda hocalarla konuştum ya, ben üniversitede de böyleydim. Kafama taktığım kadar çalışsaydım valla derece ile bitirirdim okulu. Kurar kurar otururdum, hiç çalışayım bari bu kadar dert edene kadar demezdim.

Tez konularına bakıyorum şimdi. Yök, tezleri pdf olarak internete koymuş. Valla çok işime yaradı, okulu bitirirsem diplomamın bir fotokopisini kendilerine göndericem. Birer kopya da evin kapısına, işyerinde odanın kapısına asıcam. Diploma numarasından dövme yaptırıcam, tez konum için beste yapıcam, tez onay sayfasını çerçeveleticem masama koyucam.

Evet yapıcam bunları!

2 Şubat 2009 Pazartesi

kuafördeki çılgın koltuk

Kuaförde beklemekten gerçekten nefret ediyorum. Saçımda boya, gölge falan yok. Kestirmeye ve fön çektirmeye giderim. Uzun uzun kezban saçlarımı çok sevdiğim için çok sık da kestirmiyorum. Önceden gider söylerim ben yarın gelicem, saçlarımı kestiricem diye, gittiğimde sıra varsa ertelerim. Kuafordeki bekleme koltuklarında birden fazla kişi varsa ben hemen kaçarım. O derece kılım kuaförde bekleme olayına.

Eskişehirdeyim, bi fön çektireyim de kezbanlığım iyice ortaya çıksın dedim. Şaka lan, lepiska saçlarıma kezban der miyim hiç. Gittim kuaför kımıl kımıl, bekleme koltukları, saç yıkanan koltuklar falan hepsi dolu. Girer girmez "ne olacaktı?" diye sorulur ya kuaförde, hemen bir çırak gördü beni, soruyu yapıştırdı. (Erkek berberlerinde de bu şekilde mi soruluyor bilmiyorum. "Ne olacaktı?" ne demek ya!! Sanki olmamış istediğim şey, ben de kuaföre girmiyormuşum da kuaförden çıkıyormuşum gibi. "Tüh size de bi şey yapamadık, ne olacaktı acaba?" diyormuş adam bana) Neyse, "fön ama kalabalık galiba sonra gelirim" diye hemen kaçıyordum ki, "5-10dk beklersiniz, bekleyenlerin işi çok uzun değil" dedi kuaförün sahibi olduğunu düşündüğüm kişi. Bu arada emlakçılardan sonra lafına inanılmayacak ikinci meslek grubu da bu kadın kuaförleridir. Özellikle iş bitme süresi konusunda söyledikleri zamanı en az 3-4'le falan çarpmak lazım. Bi saate çıkarsın mı dedi sana, kafadan 3 saat demektir o.

Hadi dedim bekliyim, içimden de yalanını yerim senin diyorum ama oturmuş bulunduk. Zaten moralim bozuk saçım da papaz gibi olursa bugün hiç yüzüm gülmez. 15-20dk bekledim. Bu sırada kadınları inceliyorum. O kalabalıkta saçını boyatan, kestiren... Aman Allahım.. Öyle kalabalık günlerde bu işler yapılmazmış gibi sanki, ben o kalabalıkta asla saçımı kestirmem mesela, ya konsantrasyonu bozulur da yamuk keserse Allahım yarebbim sen koru..

Benim mahsun duruşuma, bükük boynuma daha fazla dayanamadılar sizi alalım dediler. Yuppii. Saçların yıkandığı lavabo gibi şey var ya, koltuğa oturuyorsun hani. Tam otururken koltuk böyle sallanıyormuş gibi geldi bana, dedim herhalde tam sabitlemediler oturunca düzelir. Oturdum koltuğa hala bi kıpraşma var. Lan koltuk masaj yapıyor :) Benden önce koltuğa oturan kadınların yüzünde herhangi bir şaşkınlık falan da yoktu. Demek ki bu alışılmış bir olay diyorum içimden. Kahkaha da atamıyorum. Baştan acelesi olan, mutsuz kadın imajı çizdim deli cevat
kahkahalarıyla imajımı yerle bir edemem bir koltuk yüzünden :)

Böyle zivi zivi ziviiiiii diye götümden götümden kıpraşımlar geliyo yarabbim ölücem :) Sonra sırtıma geçiyor orada dızzttt yapıyor sonra belime, sonra bacaklarıma sonra da böyle töbe yarabbim aşağıdan aşağıdan ama yani hiçbir nazik tarafı yok. Resmen elektrik çarpması gibi bi şey. O kalabalıkta beni böyle bi şeyin rahatlatması mümkün değil.

Girişi çok uzattım esas olarak söylemek istediğim şey, masaja da en az kuaförde beklemek kadar kıl olduğumdur beybi. Geldi ikisi birden beni buldu bir pazar günü, benim de bu olayı buraya yazmam icap etti :)