29 Ekim 2009 Perşembe

Fener Alayı

Şimdi başlığa bakınca "Biz fener alayına gittik aha da fotoğrafları" gibi bi yazı bekleniyor benden biliyorum. Ben de çok heveslenmiştim ama annem sattı beni :)

Hem de Behlül için! Evet bildiğiniz dizi izlemek için Fener Alayına gitmekten vazgeçti kadın. Sabahtan beri "İnternetten bakın, fener alayı vardır. Akşam fener alyına gidelim" diyen o değilmiş gibi "Aaaaa Aşk-ı Memnu var bugün" dedi. İki dakkada vazgeçti. Ne Behlülmüş be arkadaş :)

Yoğun çalışma günlerinden sonra kendimi Ankara'ya attım. Biraz dinleneyim :)

19 Ekim 2009 Pazartesi

Boyfriend Jeans

Ben bu modayı takip edemeyecek miyim arkadaşım ya? Merak ettim giydim kot pantolonunu. Çok komik olmuş di mi :) Pantolonun belini ne kadar büzdürdüğüm görünüyor mu acaba?

Hadi enini aldırdık diyelim biraz, boyunu napıcaz? Adam hem enine hem boyuna. Ben cücük kadarım, kendi kotlarımı giymeye devam. Bu moda bana göre değil şekerim!


Jestine jest ulan

İnce bir sevgilim var, işyerime çiçek yollamış. İşyerine gelen bu tarz armağanlar çok iyi olmuyor aslında (bol kadınlı bir işyerinde çalışıyorum) ama çok mutlu oldum.



Ben de bir karşılık vereyim dedim. Çikolata yaptım! Aslında çok eğlenceli bir bayram çikolatası maceramız var ama çikolatayı yaptığımız arkadaşım yoğun temposundan dolayı fotoğrafları bana hala yollayamadı, çok kibarım değil mi? ( hain kadın yolla şu fotoğrafları artık kurban bayramı geldi, zaman aşımına uğruyor bak)

300gr kuvertür aldım. Güzelce rendeledim, bir tencereye koydum. Tencereyi çaydanlığın üstüne koydum, bildiğimiz çaydanlık. Çaydanlığa soğuk su koydum, altını da kıstım ocağın en küçük gözünde çikolatayı erittim. Hemen eridi zaten. Ocaktan aldım biraz karıştırdım soğuttum. 200gr fındık almıştım. (Tadım aldım, paketli olsun da tazeliğinden emin olayım diye.) İçine fındıkları koydum karıştırdım, yağlı kağıda döktüm azar azar. Bir saat kadar dışarıda beklettim, sonra buzdolabına koydum.

Dolapta unuttuğum için sabah çıkardım :) Evde güzel kırmızı bir kutu vardı, içine yağlı kağıt serdim. Çikolataları koydum, tam bir kutu dolusu oldu. Tadı da şahaneydi, şu anda bi tane bile kalmadı :)

Bu hafta sonu yaptığım tek AKW buydu, onun dışında teletabiler gibi yuvarlandık :)

12 Ekim 2009 Pazartesi

Aldatmak

Geçen gün Hürriyet'te bi haber vardı. Ünlü çiftlerin nasıl ayrıldıklarını anlatıyordu. Hürriyet fotoğraf olmadan bi bok anlatamıyor biliyorsunuz. Öyle bi haberdi yine. Haberin konusu aslında aldatılan ünlü kadınlar.

Arkadaşım bu hayatta kadınlar da aldatıyor. Bi tanesi de yakalanmaz mı yahu. Okuyan erkekler de alınmasın, bu bi genelleme ama yani hepiniz mi yakalandınız anacım? Hepiniz mi salaksınız lan? Karılarınız da yedi bu boku belki ama eminim o kadar profesyonellerdir ki ruhunuz duymamıştır. Şiir gibi yaparlar bu işi çünkü, ne telefonunda, ne mailinde, ne üstünde başında en ufak bir ize rastlamazsınız.

Paparazilerin gezdiği mekanlarda hatunlarla öpüşen mi istersin, kadını alıp tatile götüren mi, arabada parkta basılan mı. Bu kadar mı az çalışıyo len kafanız? Gamsız olduğunuz için mi böyle yoksa? Bi kadının kurnazlığı neden yok sizde. Yokken neden bu girişimleriniz?

Asıl konuya gelemedim. Adamlar aldatıyo ya, eşlerinden ayrılıp aldattıkları kadınla evleniyolar bi de :) Lan nası bi angutsunuz siz? Resmen kafesliyo hatunlar sizi :) Zaten evlilikten, eşinizden bi şekilde sıkılıp bunalıp aldatmıyo musunuz? O zaman diğeriyle neden evleniyosunuz. Acıyorum bu haberleri gördükçe erkeklere.

Lunapark da AKW'den sayılır mı?

Cumartesi akşamı durduk durduk (bazen jet hızıyla karar verip uygulamaya geçiyorum bazen de karar vermem saatler sürüyor. Genelde evde kalmak daha cazip geldiğinde böyle oluyor.) saat 22.00'ye gelirken hadi gidelim diyip çıktık. Geçen hafta oluyor bu tabi. Bu hafta sonu kuzenlerimle kaldım.


Lunapark ne güzel bi yer ya di mi :) Işıl ışıl. Çocukken korku tüneline girmemiştim hep içimde kalmıştı. Önce oraya girdik :) Çok korkunçtu altıma yaptım bi daha hayatta girmem töbe yani. Şaka lan, çok eğlenceliydi. Çocuk olsam korkardım kesin de plastik zombiler, iskeletler, kanlı kuklalar falan var. Çok eğlenceliydi.


Bi de bi şeye bindik adını unuttum. twister roller falan gibi bi şeydi. Tepelere çıkıyosun böyle dönerek aşağı iniyosun. Bindiğin nalet şey kendi etrafında da dönüyo ama. Ne biçim bi şeymiş ziksen binmem daha ben ona. Ya şunu anladım, ben heyecanlanmıyorum da resmen korkuyorum. Güvensiz bulduğum için yani. Sanki elim kayacakmış da düşecekmişim gibi geliyor. Bu bindiğimiz şeyde mesela koltuk plastik gibi bi şeydi, götümün altından kayıyordu, önünde bi demir var onu tutuyosun ama o da kayıyo. Tamam dedim boku yedik, uçucam aşağı. Bu aletten düşen ilk angut olarak tarihe geçicem. Ama önümde kafes gibi bi şey olsa, abartmıyım da göğüs hizasında bi sopayla koltuğu çevirseler çepeçevre o zaman adrenalin salgılayabilicem. Şu güvenlik seviyesinde benimki göt korkusu oluyo sadece. Acaba düşer miyim diye düşünüyorum. İşte bu

Çok enteresan aletler vardı tabi ama ben daha binemem gari dedim. Toprak üzerinde takılmaya devam ettik.

Şimdi bi oyun var, 6 tane topun oluyor. Deliklerin numaraları var. 1,2,3,4,5 gibi. Sen bu 6 topla 15 puan yapmaya çalışıyorsun. 3 tane 5'le yapamazsın ama. 13 ve 14 yapabildik. Namussuz top öyle bi falsoyla gidiyo ki, tamam oldu derken hoop yandaki deliğe. Sabah kadar uğraşabilirsin bununla nasıl kalkabildik oradan bilemiyorum :)


Şu mekanizmanın adını bilmiyorum ama bayılırım bunlara.Çocukken dreamland'de bu aletlerin önünden ayrılmazdım. Acayip şanslıydık. İkimiz de ilk oynayışta bu oyuncaklardan aldık. Fare gibi olan çok datlı değil mi?


Sonra basket oynama ve yumruk atma faslı oldu. Ben uzaktan baktım onlara :) Çıkınca da ekler yiyelim diye tutturdum (mütemadiyen bi şeyler yapalım, yiyelim diyorum. Allah sabır versin bence) Lunaparkın karşısında Özdilek Pastanesi'nde ekler yedik. Çok güzeldi onların fotoğradı yok, biraz hızlı yendiler maalesef.

Kadıköy'de özellikle akşamları minibüs duraklarının orada pilavcılar görürdüm. Dışarda her boku yerim nedense bunlar pis gibi gelir bana :) O akşam yedik beraber, aşırı tuzluydu ama güzeldi :) Asıl AKW budur bebeğim, pilavcı! O ayrana kaç avuç tuz attın amca, yandık kavrulduk!
buraya da beyazla yazarım hain blog

ÇinÇin

Bi arkadaşım çocukken öküzgözü şaraplarının içinde gerçekten öküz gözü olduğunu sanıyormuş. Şişeyi eline almaya bile korkarmış. Nası bi hayal dünyamız varmış di mi? Benim de aklıma buna benzer bi şey geldi bugün.

10 yaşına kadar Telsizler’de oturduk biz. Ankaralı’lara selam olsun! (Bunu yazdım ya Zülfü Livaneli’nin bir şarkısı var "Selam Olsun" diye, orada çok güzel bir dize vardır “Mesleğimiz umut bizim, kıranlara selam olsun” diye. O geldi aklıma..) Çinçin’e çok yakındır buralar. Çinçin’i nasıl anlatsam bilemiyorum ki, Ankara’da Çingenelerin oturduğu bir semt. Acayip meşhurdur, polis bile giremez şeklinde efsaneler vardır Çinçin’le ilgili. Ekşi sözlükten bakabilirsiniz. Buranın çocukları da beladır. Çinçin bebeleri derdik biz. (Bebe de Ankara lafıdır, “la bebe” şeklinde kullanılabilir mesela :) ) Satırla falan gelirdi bunlar bizim evin oralara, yanlarında kocaman köpeklerle. Demirlerin arkasından bakardık biz de.



Oturduğumuz yer site gibiydi, birkaç bloktan oluşan. Dışarı çıkmamız yasaktı, ben kediyle köpekle oynamak için sitenin dışına çıkardım hep. Annem de çağırıp çağırıp beni bulamayınca ayılıp bayılırdı. Pislik, bit, pire falan böyle kavramlarım yoktu hiç. Hala da yoktur kedi köpek görünce illa bi mıncıklarım. Bi kere bitlenmiştim küçükken, hem de bayramda. Annem beni bile kaynatacaktı neredeyse. Çarşaf, örtü, tarak (evet tarakları kaynattı kadın) ne varsa kaynatmıştı. Ne eziyetli çocukmuşum be! Bit kontrolü yapılıyor muydu size de ilkokuldayken? Kafamı sıraya koyup sessizce kafamda dolaşan kalemi beklediğimi hatırlıyorum. Üst katta bir komşumuz vardı, kulakları çınlasın anneanne deriz, hayatta hala. O da annemi rahatlatmak için “bit temize gelir yavrum” derdi kafamıza baktıktan sonra. Annem utanıyodu herhalde “Çocuklarım bitlendi diye komşular beni pis sanacaklar” diyodu içinden.

Neyse Çinçin diyordum. Kızılay’a falan giderken bindiğimiz dolmuşlarda Çinçin B. yazardı. Ben de Çinçin B. olsa olsa Çinçin bebeleridir derdim içimden. Dolmuşta Çinçin bebeleri olduğunu düşünüp korkardım, hiç binmek istemezdim :) Ne sefilmişim lan, nasıl korkmuşsam artık! Binince görürdüm içinde büyükler olurdu, ama ben her seferinde korkardım. Belki sonraki duraklarda binerler diye.

Çinçin B.’nin açılımını büyüyünce öğrendim. Çinçin Bağları :)

10 Ekim 2009 Cumartesi

Canım İzmir

Nereye yerleşeceğimi şaşırmış durumdayım. Bu konuda benim kadar kafası karışık olan var mı?

Yazlığa gidiyorum tamam diyorum burada oturayım ben biber domates satarım yaşar giderim. İstanbul'da bi deniz kenarına gidiyorum. Yok yaaeeee burayı bırakıp bi yere gidilir mi diyorum. Ankara'ya gidince anam babam burada, akraba eş dost herkes burada, buraya geri dönmek lazım diyorum.
Eskişehir'e gidiyorum. Burası benim memleketim ya, ben burada büyüdüm. Burada yaşamam lazım diyorum.
İzmir'e gittim, aşık oldum. Tamam dedim son kararım burası, geleyim oturayım ben burada :)
İleride nereye kök salıcam, bunları okuyunca ne düşünücem bakalım :)

Neyse İzmir'e gittim ya iş için, yani ben öyle görmek istediğim için mi bilmiyorum ama bi huzur doldum gidince. Sanki sokaklar kavun kokuyormuş gibi geldi bana hep, mis gibi.

Sabah indim İzmir'e, önce otele gittim eşyaları attım. İnciraltı'na ne güzel yer öyle ya, şehir merkezinde tatil beldesi gibi. Otel denize nazır zaten. Sonra işe gittim, çıktım çok sevgili Merope ile buluştuk. Kendisi bu buluşmayı şahane bi şekilde yazmış. İşte burada. Üstadın üstüne ekleyeceğim bi şey yok :) Reyhan pastanesi, kordon, buzlu badem, susayan kediye su veren merhametli koca, tatlı kız kardeş, çılgın merope diyorum size başka da bi şey demiyorum. Çocuk isimlerinden konuşurken büyük bi ciddiyetle Pipita koyucam çocuğumun ismini diyebiliyor kendisi, seviyorum.

İkinci İzmir sabahında biraz erken kalktım. Otelin oralarda yürüyüş yaptım. Denizde midye görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuş. Kıyılardaki kayalıklar hep midye.



Palmiyeler olmadan İzmir olmaz di mi?

Yol boyu bana eşlik eden sayın kedinin de fotoğrafını çektim



Akşamında Urla'daydım. Normalde dışarıda oturulmazmış o kadar esermiş ki kaldığım evin bahçesinde bir ot bile yok düşünün. Çiçek falan olmuyormuş rüzgardan kuruyormuş hepsi. O akşam hava çok güzeldi, deniz kenarında güzel bir yerde balık yedik. İsmi Art's Paradise olabilir.



Cumartesi sabahı da bir saatlik bir yürüyüşten sonra, Urla merkeze ve Çeşmealtı'na gittik. Burası Çeşmealtı.




Buradan dönerken pazar gördük. Eve bi şeyler lazımmış, pazara girdik. En mutlu olduğum andı herhalde. Pazarlara bayılırım zaten. Evin orada bulamadım bi tane. Ege'ye ait ne varsa pazarda vardı. Daha önce hiç görmediğim otlar, mısır (darı diyorlar) bamya, bol sebze meyve. Ve kabak çiçeği :) Dolma yapılıyor ya hani, hiç yememiştim ve çok merak ediyordum. Pazar'da dolaştık bi şeyler aldık yemek yemeye gittik. Kabak çiçeği dolmasının dolma halini gördüm ve yedim :) Ev yemekleri yapan meşhur bi yer burası. İsmi çok komik Beğendik Abi. İşte bu kabak çiçeği dolması
ulan blog ben daha akıllıyım madem boşluk vermiyorsun fotodan önce ben de buraya beyazla yazı yazarım
Sofraya bakın. Çoğunun adını hatırlamıyorum ama Enginar müthişti, ben meğer enginar yememişim önceden. Yediklerim hep taş gibiydi ben de enginar öyle sert tatsız tuzsuz bi şey sanıyordum. Değilmiş.
aha buraya da yazarım, beyaza boyarım

Bir daha ne zaman giderim bilinmez, bir hafta sonu sadece gezmek için gidicem inşallah. Gitmişken yer beğeneyim kendime :)

Çengelköy Beylerbeyi

Neredeyse bir ay geçti üstünden, ancak yazabiliyorum. Blogu ikinci plana attığım bi dönem oldu evet, sevgili blogumdan özür diliyorum. Burayı çok seviyorum, günlük yazıyormuş gibi hissediyorum. Hem de fotoğraflı :)

Pazar sabahı tutturdum çengelköye gidip Fiko'nun kahvesinde börek yiycez diye. Aslında ismi Çınaraltı. Bi kere daha gitmiştik, çok seviyorum anadolu yakasında deniz kenarlarını. Beylerbeyi, Kuzguncuk, Çengelköy, Fenerbahçe, Moda... Bayılıyorum buralarda olmaya.

Kahveye ismini veren çınarın üstünde bu yazıyor.



Evden çıkarken hava lacivert olmaya başlamıştı, yağmur geliyordu ama şansımıza yağmadı :) Fiko'nun kahvesi her zamanki gibi acayip doluydu. Bir masa bulabildik neyse ki, hep şanslıyız bu konuda. (Geçen gittiğimizde de deniz kenarında oturmuştuk.) Yavru kediler vardı etrafta, börek verdim ama yemediler. Bi tanesini aldım el myra gibi sevdim. O da kafasını soktu kollarımın arasında sessizce teslim oldu bana. Orada küçük bir börekçi var, çengelköy börekçisi. Benim olsun mu? :) Nasıl sıra var kutu kadar yerde anlatamam. Börekler şahane, Çengelköy çok güzel.. Manzara nasıl?



Beylerbeyine doğru yürüdük kahvaltıdan sonra. Bir buçuk yıldır buraya balık yemeye gelicez, bir türlü gelememiştik. Biraz dolaştık köprüye baktık, kediler vardı yine onlarla oynadık.



İnciraltı diye bir mekanın önünden geçerken koridorun sonundaki bahçeyi gördüm. Hadi girelim buraya dedik.


Bir şeyler içelim dedik, yalnızca yemek servisi açılınca içki servisi yapabiliyorlarmış. Çengelköy'de börekleri yuvarladığımız için bi şey yemedik, çok kibar çalışanları olan bir yer burası. Servis açmıyoruz diyip kestirip atmadılar, bir dahakine yemeğe bekleriz diyip bize iki bira getirdiler. Bir pazar kahvaltısına gidilebilir havalar iyice soğumadan, veya akşam rakı balıpa gidilebilir. Ağaçlardan sarkan rengarenk şamdanlar, çok güzel çiçekler var bahçede, yemyeşil minicik bir yer.

Yeni yerler keşfetmeyi seviyorum, burayı bulduğumuz için mutlu oldum. Böylece bir pazar günü de bitti... Hayır lan bitmedi, asıl bundan sonrası şahaneydi ama henüz buraya koyacağım bazı şeyleri bazı kişiler bana göndermediği için yazıyı burada bitirip Pazar akşamını ayrı bir yazıya bırakıyorum.

9 Ekim 2009 Cuma

Ankara’ya ablam geldi

Evet, uzun zamandır yazmayı ertelediğim bir AKW bu. Kardeşimle Ankara’da bir hafta sonu geçirmiştik yazın son günlerinde. Bir de Eskişehir’den misafirimiz vardı.

Pazar sabahı ODTÜ’ye kahvaltıya gittik. Ne güzel bi okul ya burası, mezunlar çocuklarıyla gelmişler. Cıvıl cıvıl her yer. Arılar eşliğinde Ankara simitli şahane bi kahvaltı yaptık.

Nereye gidelim nereye gidelim derkeeeenn Dreamland geldi aklımıza, Atakule’ye gittik. Bir önceki gidişimde yaşadığım şaşkınlığı yaşadım yine. Nasıl boş her yer anlatamam, in cin top oynuyor. Dükkanların çoğu boş, kapanmış, camları kağıt kaplı. İçeride bir Tansaş var. O biraz hareketlendiriyor sanki ortamı. Kıvır zıvır şeyler satılan bir mağaza var, seviyorum orayı. Dikiş ipi yoktu evde, otellerden bulunan küçük setlerden vardı. Rengarenk makaralar aldım, yuvarlak bir kutunun içinde. Evin böyle ihtiyaçları var işte, almazsan öyle ilginç bi zamanda lazım oluyor ki bunlar. Kepçem yoktu bi ara, uzun bi ara :)



Size çok üzücü bi gerçeği açıklamak zorundayım. Dreamland kapanmış. Elveda çocukluğum, elveda at yarışı, gemi yüzdürmece, kepçeyle oyuncak kapmaca, elveda size.. Ya nasıl kapanır orası ya, o kadar üzüldüm ki. Cam çerçeve dağılmış, içerisi bomboş. Taşındı mı bir yere diye sorduk güvenlik görevlisine, yok kapandı dedi. Bir devrin sonu. Ben dreamland gibi başka bir yer bilmiyorum, bilen var mı?

Sonra da Anıtkabir’e gittik. O sıcakta aslanlı yolda yürüdük, nöbet değişimine denk geldik. Çok şanslıyız. Çocukluğumdan beri seviyorum nöbet değişimlerini izlemeyi. Atamızı ziyaret ettik, gitmeyeli baya uzun zaman olmuştu. Pazar günü o sıcakta çok kalabalıktı. Ziyaretçilerin çoğu Almancıydı, Türkiye’ye gelince ziyaret edilecek bir yer olarak görülmesi (hala) güzel. Hem dua ettik hem üzüldük şimdiki halimize.



Atatürk Orman Çiftliği Dondurması’nı bilmeyen var mı :) Ankara’lı olmayanlar bilmez bence :) Ondan yemek için çiftliğe gittik, güzel bahçesi olan bi yerde oturduk. Bilmeyenler için fotoğraf hizmetimiz var her zamanki gibi. Küçükken algida, panda falan yoktu ki. Tek kapta dondurma olarak bunu hatırlıyorum ben. Bayılırdık çiftliğe gidip dondurma yemeye, bazı bakkallarda da olurdu ama gidip yemesi ayrıydı. Dreamland kapandıysa biz de çiftlik dondurmasıyla avunuruz ne yapalım artık.

Güzel bir Ankara Pazar’ı böylece bitti. Bir sonrakinde görüşmek üzere. Ankara AKW açısından verimli olmuyor çünkü pek bi yer bilmiyorum :)

6 Ekim 2009 Salı

Bir sürü haller içinde halim

Hiç elim gitmiyor yazmaya, yazmak istediğim bir sürü şey var son haftalarda çok gezdim, fotoğraflar çektim, onları koyayım diyorum ama hevesim yok. Yazamıyorum..

Bi fenayım bu aralar, kimse anlamasın diye elimden geleni yapıyorum. Buradan okuyanlar, beni tanıyanlar da sormasın lütfen ne oldu diye.

Kardeşim bi şarkı yolladı az önce. Evet tam da bu şarkı gibiyim şu anda. Nerden dinledim Allah kahretmesin. Göksel Baktagir- Masum Aşk. İnsan değil bu adam zaten, bulun dinleyin mutlaka. Bi kaç kere dinleyin ama olur mu?

Hiç edebi yeteneği olmaz mı lan insanın? Şuraya böyle şiirler falan yazabilsem ne güzel olurdu. Yok ama beceremiyorum, okkalı bi küfür yazasım var tersine. Götüne koyayım ben böyle işin!